Dünyalık, kimlik, kişilik
Ankara'da "ANAP dönemi" Yüce Divan'da yargılanırken... "AKP dönemi" de iddianame, fezleke olmaya başlamıştı. Aynı esnada, Güney Kore'den "Devlet Başkanı refakatçisi" işadamları akın etmişti Ankara'ya. "Milli" bir kamu görevlisi, Koreli bir işadamına, maksat muhabbet olsun diye, "Dedesinin Kore'de savaştığını, evlerinde hep Kore hatıralarının konuşulduğunu" tercüman vasıtasıyla anlatıyordu. 50'sine gelmiş "Kore dostu Türk" ün, İstiklal Savaşı'ndan bahseder gibi, 50 yıl önceki savaş için "dedem oradaydı" deyişi, "Türk dostu Koreli" yi de şaşırtmıştı ama bozuntuya vermedi! "Dededen dinlenilen Cihan ve İstiklal harpleri" hatıraları, bir şablon olarak Kore'ye de taşınsa ne olurdu ki. Maksat muhabbet olsun, maksat iş olsun, at martini sepet dolsun!
Mesele elbet muhabbet değil; mesele, "iman ve vicdan" ile "tamah ve talan"ın sentezi. Şimdi, kim bilir ne kadar da "dindar, muhafazakâr, mukaddesatçı" kimi işadamı ve kimi bürokratın "dünyalık" mevsimi. Liberal soygunculardan... Milliyetçi çetelere... Sosyal demokrat talancılara... Demokrat hırsızlara... Atatürkçü hortumculara... Dört eğilim avantacılara... Partiden partiye, eğilimden eğilime geçen fırıldak avansçılara kadar... Hepsini hepsini gördük nasıl olsa. Kutsal bir takım değerleri, çok değerli kavramları bayrak ve nutuk halinde sallayıp "hem siyaset, hem ticaret" yapanlar tarafından çok ziyaret edildik. Kıt kanaat bir milleti, zoraki geçimlerin yoksul halkını, nedense kaynakları ahaliye hep kısıtlı, arsızlara hep derya deniz devleti kemirip durdular.
Lakin, görünürde, bu her eğilimden vicdansızlardan nefret eden milletimiz, orta karar ve yoksul halkımız, zaman geldi, zaman sık sık geldi, en çok birbirinden nefret etti. Yoksul bir polis, yoksul bir genç, yoksul bir milliyetçi, yoksul bir solcu, yoksul bir Türk ve yoksul bir Kürt, yoksul bir dindar ve yoksul bir laik, yoksul bir Sünni ve yoksul bir Alevi, yoksul bir asker ve yoksul bir terörist olarak, ne bileyim, bazen yoksul bir FB'li, GS'li, BJK'li, Trabzonlu olarak, en çok birbirinden nefret etti. Birbirine girişirken, birbirini düşman bellerken aldığı hazzı, sanırsınız, hiçbir şeyden almadı! Ve mütevazı, yoksun hayatların çocukları olarak en çok birbirlerinden nefret ederlerken, içlerinden mebzul miktarda soyguncu, çete, talancı, hortumcu, avantacı, avansçı çıkaran ve her biri bas bas "Türk milleti, İslam alemi, işçiler, köylüler, Atatürk, vatan, bölünmezlik, bütünlük, demokrasi, Avrupa, din, laiklik" diye bağıranların peşinde sürüklendi.
Herkesin inancına, kimliğine, kutsalına, değerine peşin saygıyla... Şunu da söylemek isterim ki... Bazen, "kişilik", o çok kutsanan kimliklerin ötesindedir. Bazen "kim olduğu"nun ve "kim olmadığı"nın cevabı, kimliğinde yazılı ve kazılı duranlardan ve durumlardan ibaret değildir. Kendi cemaatinden, milli, etnik, dini, siyasal kimliğinden bir arsız vicdansız hırsızdan ziyade, "öteki" diye yamuk baktıklarının, "düşman" diye tepelemeye kalktıklarının arasındadır gerçek kardeşin. Yeter ki beynin bulanmasın, gözün kararmasın, aklın başına gelsin! Yeter ki, dur, bir nefes al, biraz düşün, azıcık sor, bir miktar cevap bul. İster büyük inançların, büyük öğretilerin ahlak zaviyesinden bak... İster sosyal bilimlerin sınıf, toplumsal tabaka ve benzeri zaviyelerinden!
|