| |
|
|
Erdoğan 17 Aralık'tan sonra neden değişti?
Türkiye'yi 17 Aralık'ta AB ile üyelik müzakerelerine taşımayı başaran Başbakan Erdoğan'da ne tür bir ruhsal değişiklik oldu ki, 18 Aralık sonrasında bambaşka bir davranış çizgisine girdi. Acaba Brüksel'de Kıbrıs konusunda gördüğü baskılar sonunda o da, "Bunlar nasıl olsa bizi aralarına almaz" benzeri bir duyguya mı kapıldı? Kendisinin ve partisinin siyasi geleceğini "Ulusalcı" olmakta mı gördü? Belki de kendisini AB konusunda destekleyen merkez medyaya da kızıp "Beni bu belaya bunlar sürükledi" diyerek, diyalog yerine gerginlik politikasını seçti. Belki bu nedenle hâlâ "Baş Müzakereci "yi atamıyor. Belki bu yüzden ülkede milliyetçiliğin şovenizme tırmanışı konusunda gerekli ve kararlı uyarıları yapmak yerine, olayları adeta geçiştiriyor. Orhan Pamuk'un kitaplarını toplatmak için resmi yazı yazan kaymakamın soruşturması, belki bu nedenle pehlivan tefrikası gibi uzatılıyor. Ermeni Sorunu'na siyasi çözüm üretmek yerine belki bu yüzden "Resmi İdeoloji"nin söylemini seçti ve Deniz Baykal'la yan yana geldi. "17 Aralık'ta ne oldu ki Başbakan böylesine değişti" sorusuna Kafkayen bir cevap verip "Bu bir metamorfozdur" demek veya Freudcu izah tarzları aramak kolaycılık olur. Ama durum ortada. Bu durumu 200 imzalı "Aydınların Uyarı Bildirisi" çok açık vurguluyor. Bu bildiriyi aynen yayınlıyorum: "Ülkemizde demokrasi, sivilleşme ve barış sürecinin, son günlerdeki gelişmelerle engellenmek istendiğini görüyor; yeniden şiddet ve çatışma ortamına dönüleceği kaygısını taşıyoruz. Ceza Yasası'na düşünce, ifade ve basın özgürlüğünü kısıtlayan, siyasal eleştiriyi neredeyse yasaklayan maddelerin konulmak istenmesi, bu vahim yönelimin hukuksal alana yansıması olarak görünüyor. İlgili maddeler, sadece medya mensuplarının sorunu olmakla kalmayıp, halkın haber alma hakkını sınırlayan, kısıtlayan, yer yer yok eden bir içerik taşıyor. Yasa düzenlemesi ertelenmiş de olsa, bu konudaki kaygılarımız sürüyor. Nevruz kutlamaları sırasındaki çeşitli provokasyonlara ve birkaç çocuğun bayrak yırtmaya kalkışmasına tepkiler, devlet katlarından da destek görerek hızla ırkçımilliyetçi bir düzleme kayıyor. Trabzon'da, linç teşebbüsüne varan olayları ve saldırganlar yerine saldırıya uğrayan gençlerin gözaltına alınmasını tepki ve kaygıyla izliyoruz. Yurttaşların bayrağa saygı duygusu istismar edilerek, uzlaşmazlık hedefinde buluşan Türk ve Kürt aşırı milliyetçiliğinin kışkırtmalarıyla, kitlesel histeriye dönüştürülüyor. Yurttaşlarımız arasında çatışmalara yol açabilecek bu tırmanışın, ülkemizi yeniden şiddet ve gerginlik ortamına sürükleyeceğinden kaygılıyız. Bir kaymakam, bütün yetkilerini aşarak, yazarlara ve kitaplara karşı linç kampanyası başlatıyor. Benzeri olayların tekrarlanabileceğinden ve Nazi dönemini hatırlatan bu uygulamanın sorumlusunun derhal görevinden alınmamış olmasından kaygı duyuyoruz. Bugünlerde uluslararası ölçekte gündeme gelmekte olan soykırım konusu ve azınlık hakları tartışmaları, bu kaygı verici ortamı daha da ısıtacak. Bu konularda, karşılıklı güvensizlik, hatta düşmanlıkları ortadan kaldıracak barışçı ve yatıştırıcı politikaların, taviz değil, aklın ve sağduyunun gereği olduğuna inanıyoruz. 'Muasır medeniyetler seviyesine ulaşma' hedefi cumhuriyetin kuruluş ilkesidir. Bu ilkenin günümüzde hayata geçirilmesinin; demokratikleşmek, sivilleşmek, kendi yurttaşlarıyla ve dünyayla barışarak hiçbir yurttaşı 'sözde' saymayan, hiçbir ülke ve halka düşmanlık beslemeyen bir zihniyet ve hukuka erişmekle sağlanacağına inanıyoruz. Son günlerdeki gelişmelerin bu yolda atılmış adımları gerilettiği, umutları soldurduğu görüşündeyiz. Ayrımcı, yasakçı, statükocu ve çatışmacı zihniyetin ülkemize egemen olmasına razı değiliz. Ülkenin geleceğine karar vermeye yetkili tüm devlet kurumlarını ve dar siyasal çıkar hesaplarıyla ortamı ve kitleleri germeyi sürdüren çevreleri uyarıyor, sağduyuya davet ediyoruz."
|