Avrupa'nın sorunları ve Türkiye
Avrupa Birliği'nin (AB) sorunları var. Ekonomileri büyüyemiyor. Son iki yıldır yüzde 2 oranına bile ulaşamadılar. 2003 de % 0.4, 2004 de de % 1.9 oranında gerçekleşen büyümenin, 2005 de % 1.8'i geçemeyeceği öngörülüyor. Tabii ki yeterli değil. Bunun getirdiği hoşnutsuzluk giderek yayılıyor, eleştirilerin dozu artıyor. AB'nin rekabetcilik düzeyi de tehlikede. Bir tarafta Çin gibi düşük maliyetle mal üreten ülkeler, diğer tarafta da ABD gibi verimliliği yüksek ve teknolojik yenilikler yapabilen ülkeler arasında kalan AB, çıkış yollarını zorluyor. Lizbon'da 2000 yılında aldıkları kararlar da buna yönelik. 2010 yılına kadar dünyanın en rekabetçi ve dinamik ülkesi olmayı hedefleyen AB, aradan geçen 5 yılda bir adım ilerleyemedi.
Barroso'nun yaklaşımı
Uluslararası Finans Enstitütüsü'nün geçen hafta Madrid'te yapılan bahar toplantılarında konuşan Avrupa Komisyonu Başkanı Barroso, bunu açıkça dile getirdi. Lizbon hedeflerine ulaşmadaki gelişmelerin hayalkırıklığı yarattığına değinerek, bu hedeflerin gerçekleşmemesi durumunda Avrupa'nın büyük bir maliyet yükleneceğini söyledi. Çözüm, politikacıların pek yanaşmadığı reformların yapılmasında düğümleniyor . Barroso buna ek olarak, topluluğa yeni katılacak ülkelere ümit bağlamış . Bu ülkelerin dinamizminin AB'ye bir soluk getireceğini ve diğer ülkeleri de Lizbon hedeflerine yönelme açısından zorlayacaklarına işaret ediyor. Bu saptamaları daha keskin bir dille Deutche Bank'ın baş ekonomisti Norbert Walter de yaptı. Avrupa'nın\\üzerindeki yükü taşıyamadığından bahsederek, politikacıların iç ekonomik sorunlarla ilgilenmediklerini, hep AB'yi konuştukları konusu üzerinde durdu. Walter, AB'deki düşük büyümenin nedeni olarak Avrupalıların az çalışma isteklerini ve yaşlı nüfusu gösteriyor. "Bu bizim tercihimiz. Zira biz çalışmayı değil, rahat hayat yaşamayı seçtik . Bunun sonucu yeterli sayıda ve verimli çalışacak işgücü bulamıyoruz" diyor. Ayrıca Avrupa'daki eğitim sisteminin diğer ülkelerle rekabet edecek kişiler yetiştirmeye olanak sağlamadığının da altını çiziyor.
Türkiye'nin katkısı
Walter, Barroso gibi, Avrupa'nın dinamizmini kazanmasını reformların yapılmasına ve yeni üye olan ve olacak ülkelerin getireceği soluğa bağlıyor. Özellikle de Türkiye'nin üzerinde duruyor. "Türkiye, genç ve canlı bir nüfusa sahip, işgücü fazlası bulunan ve piyasa odaklı düşünen kişilerden oluşan bir ülke niteliğinde olması nedeniyle bize güç verecektir" saptamasını yapıp "Elimizi Türkiye'ye uzatmamız gerekir" diye de ekliyor. Bu, bir Avrupalı'dan son dönemlerde duyduğum en gerçekçi yaklaşım . Eskiden, "işgücü fazlanızı bize yıkacaksınız" yaklaşımı ile Türklere yıllardır dolaşım hakkını vermeyen Avrupa'nın, ortaya çıkan sorunları karşısında geldiği noktaya bakın. Başta Fransa olmak üzere, zevk ve eğlenceyi tercih edip az çalışarak işleri idare edebileceğini sanan yöneticiler, zorda kalınca gerçekleri daha iyi görmeye başladı Bu durum Türkiye için kaçırılmaz bir fırsat. Bu yaklaşımı iyi işlememiz, etkin bir biçimde Avrupa'da kamu oyu oluşturmamız şart. Norbert Walter'i Türkiye'ye çağırıp bu konuyu biraz daha derinleştirirsek iyi olur. Bu değerli ekonomisti davet edecek kurumlar ve sivil toplum örgütlerine duyurulur.
|