|
Keyif sofrasından ecel masasına
|
|
İşin erbabı, halis rakıyı daha kadehe dökülürken anlar. Ambalajı dört dörtlük olsa bile, bir yudum alınca rakının içeriğini bilir.
Sahtecilikte üstümüze yok. Paranın, ilacın, deterjanın ve aklınıza ne gelirse, hayati önem taşıdığına bakmadan en iyisini yaparız. Patatesten kaşar peyniri, tuğla ve kiremit tozundan kırmızı biber yapmak gibi dünya sahteciliğinde en önemli yeri alan mucitlerimiz, son rakı sahteciliği ile gündeme oturdu. "Şişede durduğu gibi durmayan" ve müptelasını akşamcılıktan, küfeliğe ve "zom" olmaya kadar götüren rakı, keder ve neşenin arkadaşı olmaktan çıktı. Bunlar işin anlaşılır yanları. Anlaşılmayan, bizim Bekri Mustafa'lara ve Neyzen Tevfik'lere kadar varan tiryakiliğimizin nereye gittiğidir. Bu işin erbabı, halis rakıyı daha kadehe dökülürken anlar. Ambalajı dört dörtlük yapılsa bile, bir fırt çekti mi, rakının künyesini okurdu. Meyhanesi, garsonu ve müdavimi kalmayan içki, bu yüzden hayata keyif değil ecel katmaya başladı. Neyzen Tevfik, içtiği rakıya çentik atanlardandır. "Birinci Dünya Savaşı'nın başından sonuna kadar 19 bin 868 okka rakı içtim" açıklamasını yapmıştır. Özdemir Asaf'ın "Bütün metrelerin ve santimlerin / Bütün kiloların ve rakamların / Bütün rakıların ürktüğü adam" diye nitelediği Neyzen'e bir şey olmuyor, yeniler masaya yığılıp kalıyor? Ağustos 1552'de Cenova'dan Napoli'ye giden İspanyol donanması, Ponza Adası yakınında Sinan Paşa tarafından tutsak edilmişti. "Türkiye Üzerine Düşenceler" kitabında İspanyollardan biri yani Pedro Türkiye'yi daha önce görmüştür. Mata adlı diğer İspanyol sorar: "Rakı, yemek arasında içilir mi?" Manuel Serraro Sanz tarafından kitaba kaynak olan el yazması nüsha, 1905 yılında yayınlanmıştı. Anlaşılıyor ki, Avrupa rakının şanını Kanuni döneminde de biliyordu. Pedro, Türk ve Rumlar'da yemekten önce üç kadeh rakı içme geleneğinin olduğunu söyler ve ekler: "Bizdeki beyaz şarap gibi, onlarda da rakı var." Bu kez Juan araya girer: "Peki, ağızları yanmıyor mu?" Bugün can yakan rakıya getirilen ilk yasakları fermanlardan okuyoruz. İstanbul ve Galata Kadılıkları'na gönderilen Hicri 975 (Miladi 1567) tarihli fermanda, özellikle Galata çevresinde "meyhaneler peyda" olduğu yazılarak, meyhanelerin kapatılması istenmektedir. Bir süre sonra meyhanelerin mahalle aralarına kadar girdiği görülecektir. Devlet içkiden ağır vergi alıyordu. Silahdar Fındıklı Mehmed Ağa, 1681 vakaları arasında bir rüşvet olayına değinir ve Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'nın meyhanelerden 400 kese akçe aldığını belirtir. Padişah olayı haber alınca ağır bir ferman göndermiş, uyanık sadrazam, Kethüda Hasan Ağa'yı suçlu gösterip boğdurmuştu. Padişaha ise şöyle diyecekti: "Kethüda izin vermiş. Benim haberim yeni oldu. Haini zat-ı Hümayunuz gelmeden boğdurdum." Yasak da koyulsa, sonunda ölüm de olsa müptelaları durdurmak mümkün değil. Deniz de kum, içkici de çare çok... Mesela diyelim... Adamın biri eline bülbül kafesini almış, kırlara gidiyor. Sanırlar ki kuşunu gezdirecek. Ama kafesin içinde rakı dolu bağırsak var. Bülbül değil, içince o şakıyacak. Bazıları işçi, ya da kefere kadınlar tutmuş. Çamaşırları getirip götürmek bahanesi ile çarşaflar içinde rakı taşınıyor. Servis hem mükemmel, hem de ibadullah... Bu işlev içinde bir de lehimci Yahudiler var. Teneke boru satıp, lehimleyen Yahudiler, bunların içinde bir güzel rakı saklıyor...
BEKRİ'NİN MEZARI Gelelim rakıcıların kralına. İstanbul'da doğan, 41 yaşında ölen Bekri Mustafa'nın burma sarıklı mezar taşında şu kitabe vardı: "Hüvel baki, Bekri Mustafa Baba'nın ruhu için Fatiha." Bekri Mustafa'nın mezarını müdavimleri adam tutarak bakımını üstlendiği, akşamları kandil yakıp belirtilir. Bekri'nin mezarı başında rakı içenlere de rastlanmıştı. Hatta Midilli ve Sakız'dan "düz" ve "Mastika" getiren Rum gemicilerin, Bekri'nin mezarına mum diktiği de görülmüştü. Dönemin kadınlarının da onun mezarı başında dua edip bez bağlaması ve adak adaması ise itikatla ilgilidir. Böyle yaparak yakınlarının alkol illetinden kurtulması için medet ummaktadırlar. Eski Balıkpazarı meyhanelerindeki işret sofralarında akşamcıların ilk ve son kadehleri onun içindi. Balıkpazarı'nda Todoraki'nin meyhanesinde Çakıcı Ali denilen ve kafa tütsülemeye ikindide başlayan bir rakıcı, Bekri'ye mezar yaptırılmasına önayak olmuştu. Bekri, bu semti çok severdi ve "Ölürsem beni buraya yakın bir yere gömün" derdi. "Burnum içki kokusunu almaya devam etsin" demiş ama TEKEL'in bir içki şişesine "Bekri" adı etiket bile olamamıştır.
|