Merkez bankalarının iletişim politikaları
Geçtiğimiz 20 yılda merkez bankacılığı önemli değişimler gösterdi. Bunların başında, amaçlarını fiyat istikrarını sağlamak gibi tek bir konuya indirgemeleri ve en üst derecede bağımsızlıklarını kabul ettirmeleri geliyordu. Birbiri ile örtüşen bu iki konu, AB ülkelerinde Maasricht gibi anlaşmaların içine girerken, bazı sanayileşmiş ülkelerde politikacıların, biraz zorla da olsa, benimsedikleri bir prensip oluyordu. Buna karşı, sorumluluk duygusu ile hareket eden merkez bankaları bağımsızlıklarının sorumsuzluğa dönüşmemesi için iki önemli kavramı devreye soktular. Bunlar hesap verilebilirlik ve şeffaflık idi. Şeffaflık bilinen bir kavram olmasına karşın, hesap verilebilirlik yeni bir yaklaşımdı. İngilizce accountability kelimesinden türetilmişti ve bu kelime bir çok ülkenin lisanında yer almıyordu. Anımsıyorum, 1990'lı yılların sonlarına doğru, Japon Merkez Bankası Başkanı kamuoyuna bu kelimeyi açıklarken, Japonlar'ın yıllardır kullandıkları kendilerine özgü hesap makinesi "abaküs" ü örnek gösterek, "işte, sizler nasıl bununla hesabınızı yapıyorsanız, merkez bankası da yaptığı işlerin hesabını böyle verecektir" diyerek "account" (hesap) anlayışını yerleştirmeye çalışıyordu. Bu iki yeni kavramın bir başka boyutu da iletişimle ilgili. Merkez bankaları etkin bir iletişim ağı oluşturarak şeffaflıklarını arttırabiliyorlar, hesap verilebilirliği gerçekleştirebiliyorlar. Dolayısıyla iyi bir iletişim ortamı yaratmanın yatsınamayacak bir uğraşı olduğu açıkça ortaya çıkıyor.. Bunun sonucunda eskiden yüzü asık, konuşmayan ve "tüyo vermekten kaçınan" merkez bankası başkanları yerine, konuşkan ve kamuoyu ile iyi iletişim kurabilen kişiler gelmeye başladı. İletişimi etkin biçimde kullanmak günümüzde "olmazsa olmaz" koşul haline dönüştü. Merkez bankaları amaçlarını ve kararlarını iletmek, dolayısıyla şeffaflık ve hesap verilebilirliğin gereklerini yerine getirebilmek için genelde üç hedef alanı seçtiler. Bunlar , kamuoyu, halkın temsilcileri olan parlemento üyeleri ve piyasa profesyonelleriydi. Sonunda, bu üç grupla sıkça bir araya gelen bir merkez bankası başkanları kültürü oluştu. Bize benzer ülkelerde siyasilerin, merkez bankası başkanlarını "bürokrat" olarak görmeleri nedeniyle şeffaflık ve hesap verilebilirlilik konularında bu gelişmelere uygun davranan merkez bankası başkanlarını, kamuoyu önünde ara sıra "haşlayarak" cehaletlerini ortaya koysalar da gerçeği değiştirmeleri pek mümkün olamamaktadır. Merkez bankalarının etkin iletişim mekanizmalarının, aynı zamanda, para politikasının amacına ulaşmasına yarar sağladığı da gözlenmektedir. Özellikle enflasyonist bekleyişleri yönlendirmek için finansal piyasalar ve kamuoyu ile konuşmanın önemini giderek daha iyi anlamaktadırlar. Bunun da ötesinde, sanayileşmiş ülkelerde bekleyişlerde belirsizliklerin oluştuğu ortamda ek maliyetler ortaya çıkmaktadır. Bizim kısa süre önceye kadar olduğumuz gibi, enflasyonu yüksek ülkelerde pek aldırış edilmeyen bu önemli maliyet unsurunun önlenmesi, merkez bankalarının bir başka sorumluluk alanına girmektedir. Dolayısıyla, merkez bankalarının etkin iletişim güçlerini kullanarak belirsizlikleri azaltması, ödenecek ek maliyetleri de önleyen bir yaklaşım olmaktadır. Merkez bankaları etkin iletişimi çeşitli araçlar kullanarak gerçekleştirmektedirler. Bunlar arasında, başkanların toplumun çeşitli kesimlerine yaptığı konuşmalar aylık basın toplantıları, aylık veya üç aylık ekonomik raporlar, enflasyon raporları, istatistiki veriler başta gelmektedir. Bunlar ne derecede kaliteli ve inandırıcı olurlarsa iletişimin etkinliği de o ölçüde artmaktadır. Siyasiler istese de istemese de dünyada merkez bankalarının iletişim politikaları bu biçimde bir trend izlemektedir ve izlemeye devam edecektir.
|