|
Hayal etti çalıştı ve kazandı
|
|
Kapıcı Bektaş'ın oğlu, ilkokuldan sonra okumadı. Ailesine katkıda bulunmak için bakkalda, kahvehanede çalıştı. Tek hayali futbolcu olmaktı. Beşiktaş'ın yeni CEO'su Rıza Çalımbay'ın yaşamı herkese örnek olmalı.
Rıza'nın hayatı bir roman
Başarı için önce hayal etmek, sonra da yılmadan çalışmak gerekiyor. BJK'nın yeni CEO'su Rıza Çalımbay futbolcu olarak doğmadı ama çok çalışarak bugünlere geldi.
Size bir hikayem var. Bu bir çocuğun hayallerinin rüyaya dönüşmesi. Ya da şöyle diyelim; mutlu sonla biten tüm hayallerin yaşanmış olması... Yoksulluğun kıyısından da yola çıksan, varlığın gücünü arkana alarak da yola çıksan gittiğin yolda hep yalnızsın. Düştüğün an sana yardım edecek senden başka kimse yok. Hep güçlü olacaksın. Hep kazanmak için savaşacaksın. Kazanacaksın da. Yalnız kendin için değil... Öyleyse Rıza Çalımbay'ın, "roman olacak" hayatından kesitler sunayım. Ya da yaşanan bir hayat; 'hayaller değil' diyerek hikayemize başlayayım. 2 Şubat 1963 Sivas doğumlu. Yoksul ve bir ayağı sakat olan Kapıcı Bektaş'ın oğludur. Gecekonduda dört kardeşiyle yaşar. Çocukluğunu yaşaması gerekirken o yapabileceği her şeyi yapar. Bir bakarsınız ofis boy olur, bir bakarsınız kahveci çırağı ya da bakkal çırağı. Maksat evin nafakasına katkı yapmak. Bu yaşamda okul da olmaz. İlkokul biter, tahsil hayatı da biter. Kendisini bu yaşamdan kurtaracak tek yolun futbol olduğunu henüz 10 yaşında keşfeder. Beşiktaş futbol okuluna gider. Ne olursa olsun da futbolcu olsun... Şansını kalecilikte dener. Hem de birkaç kez ama sonuç tam bir fiyasko. Seçmelere defalarca (hocalarını kandırarak) girer ve 'Bu çocuğun azminden ve hırsından kurtuluş yok' denilip okula kabul edilir. Ortada bir ama çok ciddi sorun vardır. Bazıları gibi Tanrı vergisi yeteneği yoktur. Bu sınırlı yeteneği geliştirmek için yapılacak çok şey vardır! Çalışmak.. O da bunu yapar, hem de baba korkusuna rağmen. Çok çalışarak, disiplinli bir yaşam sürerek hayallerinin ilk noktasına gelir. Artık o Beşiktaş A takımı oyuncusudur. Onu ilk tanıdığımda ağabeyleri Mehmet Ekşi ve Samet ona bağırıyordu; "Yavaş koş çocuk... Sen hiç yorulmaz mısın çocuk?" Bu sözler sonra "Aferin Rıza... Koş Rıza... Sen Atom Karınca'sın Rıza!" olacaktı. Bir gün İskenderun kampı... O dönemin antrenörü Dorde Miliç, viskisinden ve Marlbora sigarasından (Bunları bulundurmak suçtu. Cezası hapisti) ikram ettikten sonra konuyu açtı, "Şu bizim çocuk futbolcu var ya. İşte onu oynatacağım. Bu çocuk Beşiktaş'ı kurtaracaktır." (O sezon Beşiktaş kötü günler geçiriyor ve kümede kalma savaşı veriyordu). Ben "O daha çocuk" dedim, güldü. Yemeğin sonunda Miliç'in yanından ayrılırken o çocuğu gördüm. Yanağını okşayıp "Hoca seni yarın oynatacak. Hazır ol" dedim.
ELİNDE AYAKKABISI, BEKLİYORDU Ertesi gün Miliç biraz kızgın biraz şaşkın; "Bu çocuğa ne söyledin?" diye bana çıkıştı. "Ne söyleyeceğim ki? Hoca seni oynatacak" dedim. Miliç birden gülmeye başladı, "Sabah odamdan çıktım, Rıza elinde ayakkabısı bekliyor. Oysa maça daha 6-7 saat var." Sonra gülüştük... Rıza o gün (Galiba Osmaniye maçıydı) oynadı. Bir daha o formayı sırtından çıkarmadan oynadı. Sakatlandı, parmağı kırıldı, yine oynadı. (Ayakkabısının yarısını kesip kırık parmağını sararak...) Onun yaşamından ders olacak iki not vereyim. Bir gün deplasman dönüşü cebinde parası yoktur. Hiç kimseye bunu belli etmez. Yeşilköy'den Ortaköy'e kadar yürümeye başlar. Yolda kendisini tanıyanlara Yürümeyi seviyorum" der. Babası kapıcıdır ama yaşlıdır. Üstelik yürüme sorunu vardır. Sabah ve akşam servislerine kendisi çıkar. Koluna sepeti takar, gazete ve ekmekleri dairelere dağıtır. Bir gün bir daire sahibi kapıcı çocuğu ile konuşan ve ondan imzalı fotoğraf isteyen çocuklarına çıkışır. Çocukların cevabı ise "Ama... Baba o Beşiktaşlı Rıza..." Adamcağızın şaşkınlığı hayranlığa dönüşür! Elbette yaşamın bu sürprizleri Rıza Çalımbay'ı çabuk olgunlaştırır. İlkokul mezunu olmasına rağmen Beşiktaş'ın takım kaptanı olduğu zaman arkasından sahaya çıkan Metinler, Aliler, Feyyazlar... Ya da takımın öteki 10 futbolcusu... Onlar üniversite mezunudur. Ama şu gerçektir ki Rıza, hayat üniversitesini çoktan bitirmiş ve doktorasını bile vermiştir. Henüz çocuk yaşta bütün Ulusal takımlarda oynar. Bir gün gençler maçından çıkar, amatörlere gider. Bir gün ümitlerde oynar, ertesi gün A takıma çıkar. Futbol onun yaşamıdır, geleceğidir... İlk parayı kazandığı zaman annesini gecekondudan kurtarır. Ona Ortaköy'de bir daire alır rahat etsin diye. Kardeşlerini okutmak için elinden geleni yapar. Elbette babasına her zaman destek çıkar.
FARKLI BİR FUTBOLCU Rıza'nın saygı duyulacak inançları da vardır. Kurban kesmeye kıyamaz. Hiçbir sezon açılışında buna izin vermez. Yoksullara yardım eder. Sivas'ta doğduğu köye önce okul, sonra yol ve köprü yaptırır. Rıza bildiğimiz futbolcu gibi değildir. İçki içmez. Sigaradan nefret eder. Gece hayatı mı? O da ne! Bir gün bekar evine Fenerbahçeli Rıdvan Dilmen'i alır. Birlikte aynı evi paylaşırlar. Rıdvan hayatının en parlak günlerini Rıza ile arkadaşlık yaptığı dönemde yaşar. Rıza henüz çocuk yaşta çocukluk aşkı, mahalle arkadaşı ile evlenir. Bu mutlu evlilik yıllardır sürer. İki harika kızını okutur. Hatta kendisi de İngiltere'ye giderek hem antrenörlük kurslarına katılır hem de İngilizce öğrenir. O sakin duruşu ve hep düşünen yüzünün arkasında inanılmaz espriler vardır, pırıl pırıl bir kalbi de... Rıza'yı kızdırmak istiyorsanız ona futbolsuz hayattan söz edin. Ben yaptım. Bir gün "Artık futbolu bırak" diye yazdığım için inanılmaz kırıldı, üzüldü, beni de üzdü. Sonrası bilinen şey... Antrenör oldu. Ulusal takımda, Göztepe'de, Denizli, Ankara ve Rize'de; hep köşeye atılmış futbolcularla yola çıktı. (Fenerbahçeli Servet'i o buldu. Ayakkabı boyacılığı yaparken Kartal'da oynayan Servet'in hayatı Rıza ile değişti.) Şimdi o Beşiktaş futbol takımının başında. Yani o Beşiktaş'ın CEO'su. Aslında bu, hayallerin yaşama dönüşü... Ama bu yaşamda hep centilmenlik, insanlık, sevgi vardır. İnsan başarmak istiyorsa önce hayal etsin. Sonra da yılmadan çalışsın. Rıza gibi... O bir futbolcu olarak doğmadı. Ama herkesten çok çalışarak futbolcu oldu. Daha önemlisi de şu; o geldiği yeri unutmadı. Dostlarına, sevdiklerine, annesine, babasına ve kardeşlerine hep destek çıktı. İyi bir eş, iyi bir baba oldu. Galiba en güzeli de bu...
|