Mumcu'nun istifası ne demek oluyor?
Mumcu'nun istifası, amansız karşıtları için AK Parti'deki ilk ciddi çatlak olarak yorumlanıyor. İktidara yakın meslektaşlarımıza göre ise bu sadece bir fire. Hangi yorumun daha gerçekçi olduğunu tartışmaya başlamadan önce bir kayıt düşmek istiyorum: Bu ayrılık -en azından şimdilik- iki taraf için de olgun bir boşanma örneği.. Mumcu'nun açıkladığı gerekçeler, en küçük hakaret içermediği için herkesin anlayış göstermesini zorunlu kılıyor. İktidar partisinin üst yönetimi de bu istifaya saygısızlık içermeyen bir tepkiyle yaklaştı. Her ne kadar şahsen onları, Mumcu'dan kurtuldukları için sevinmiş gibi hissetsem de, gerek genel başkan vekili olarak Gül'ün ve gerekse bizzat başbakanın yaptığı kısa açıklamaların incitici bir yanı bulunmamasını, siyasi terbiyemiz açısından hayli önemsiyorum. Taraflar arasında üç yıllık bu beraberliğin hatırasına gösterilecek saygı, inşallah karşılıklı siyasi rekabetin kızışabileceği günlerde de devam eder. Şimdi, iki zıt yorumdan, bu ayrılığı iktidar partisi için çok basit bir fire sayan değerlendirmeyi çok gerçekçi bulmadığımı belirtebilirim. Gerçekçi değil ama geçerli. Bu kaybın, iktidar partisini sarsacak bir matematik çözülme boyutuna varmaması, biri siyasi, biri iktisadi, biri de ahlaki olmak üzere üç şarta bağlı. Birinci şart, 3 Kasım 2002 seçimlerinden bu yana gördüğümüz üzere Türkiye'nin dış siyasette herhangi bir duvara toslamadan AB sürecini kovalamaya devam edebilmesi; Kıbrıs yüzünden genel olarak Batı ile yeni bir çıkmaz sokağa girilmemesi, İran ile Suriye'ye saldıracak ABD ile yeni bir uyuşmazlığa düşülmemesi.. İkinci şart makro ekonomik dengelerdeki iyileşmenin artık halkın gündelik hayatına olumlu şekilde yansıyabilmesi.. Üçüncü şart ise bu hükümetin yolsuzluk açısından öncekilerden biraz olsun farkı bulunduğuna ilişkin kanaatlerin kökten sarsılmasına yol açacak rezaletlerin açığa çıkmaması. Bu üç şarttan sadece biri dahi Erdoğan'ın parıltısını karartmaya başlayabilir. O zaman da ANAP'ın yarı ömrüne varmadan bu parti de tarihten silinme sürecine girebilir. Çünkü Adalet ve Kalkınma partisi hala sadece Erdoğan'ın lider olarak halk nezdinde sürmekte olan itibarı ile kaim bulunmaktadır. Şüphesiz Mumcu'nun veya bir başkasının kamuoyunca ciddi bir seçenek olarak benimsenmesi durumunda, dile getirdiğim şartlardan yana keskin bir hüsran yaşanmaksızın da Erdoğan'ın yıldızı sönükleşmeye başlayabilir. Bu noktada çok partili siyasi hayatımızın ibretlik numuneleri ile Adalet ve Kalkınma Partisi'ni kıyaslayabiliriz. Bu süreçte hayata neredeyse 'tek başına iktidar' olarak başlamış Demokrat Parti, Adalet Partisi ve ANAP, bir sonraki seçimden de koalisyonsuz hükümet çıkarmayı başarabilmişlerdir. 3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra şahsen Erdoğan hareketinin de ikinci seçimi tek başına iktidar olarak kazanacağı yolunda tahminde bulunmuştum. Halen bu tahminimde keskin bir düzeltme ihtiyacı hissetmiyorum, ama son örneğimizin partileşme yolunda eşit zamandaöteki üç örnekten herhangi biri kadar dahi mesafe alamadığına ilişkin kanaatimi koruyorum. Sözünü ettiğimiz üç örnek içinde en fazla 'yamalı bohça' partisi görünen ve dört eğilimden oluşturulan ANAP bile ilk üç iktidar yılında, Adalet ve Kalkınma Partisi'nden daha fazla 'partileşme' mesafesi kaydetmiş idi. Üstelik o harmanda bir de sol eğilim vardı. Oysa Erdoğan, kendisiyle yaptığım mülakatta da yakındığı üzerepartisinin hamuruna istediği halde sol unsur katamamıştır . Neden ANAP kadar bile partileşme mukadder olmamıştır? Bunun kanaatimce iki önemli sebebi var. Birincisi, bugünkü iktidar partisinde liderle kadronun seçkin isimleri arasında ileri derecede bir 'çap farkı' olmamasıdır. Daha açık bir ifade ile Erdoğan, kendisinden sonraki parti önde gelenlerine karşı birikim ve vukuf açısından ezici bir üstünlük sahibi değildir. Oysa Özal, partisinin en nitelikli adamına kıyasla uçurum boyutunda bir çap farkı ile üstünlük sahibiydi. Doğaldır ki, çap farkı ile oluşan bu hakiki karizma, meydanların ve sokağın lütfettiği tercihle kazanılmış karizmadan çok daha çarpıcı bir partileştirme etkenidir. İkinci sebep de, ANAP'ta dört eğilimin teşkilat düzeyinde de ciddi bir denge üzerine oturması, buna karşılık Adalet ve Kalkınma Partisi'nde 'Erbakan mektebi'nden yetişmişlerin hem tabanda, hem tavanda yüzde doksanlara yaklaşan bir hâkimiyet kurmuş bulunmasıdır.
|