Örnek vakalar
Örnek vaka 1: Başbakan'ın türban demeci Alman Welt am Sonntag gazetesi, Genel Yayın Yönetmeni Christoph Keese'nin kaleminden, Tayyip Erdoğan'ın "türban sorununu çözme" demecini yayınlar. Başbakan "yalanlar" ama, "bunlar derleme, toparlama cinsinden haberler, öyle bir gazeteciyi hatırlamıyorum" diyerek. Alman gazeteci ise Davos'ta Erdoğan'la yan yana oturduğunu, röportajı tercüman aracılığıyla İngilizce yaptığını, kimliğinin bilindiğini, yayınlanması için onay aldığını, metni onaylatmak için Başbakan'ın danışmanı Cüneyt Zapsu'ya gönderdiğini söyler. "Metin, üzerinde çalışılmış haliyle geri geldi" diye ekler. Ortada sadece yalanlama değil, anlaşılan bir de "yalan" var. Şu da var: Ülkesinde yılın yayın yönetmeni seçilmiş Alman gazeteci, gazeteciliğin temel bir ilkesinden habersiz: Haberini yapacağı metni haber kaynağına yollayıp düzelttirmek. Bu bir gazeteci için "meslek dışı" davranışlardan biridir. Haber onun anlayışına, vicdanına emanettir ama haber kaynağının denetimine kapalıdır! İkincisi; her şeye rağmen anlattıkları doğruysa, haberin konusu üstüne "yalanlama" bir yana, bir başka ayıp daha var: Başbakan'ın danışmanı Zapsu, yabancı ya da yerli medyada, böyle haber denetleme, değiştirme, yönlendirme yetkisine, daha ötesi, alışkanlığına mı sahip? Burada da bazı gazeteciler, "Zapsu'nun kalemi"yle haber yazıp düzeltiyorlar mı? Farkında mısınız... Bu, Alman basınında da "skandal"dır; bizim medyada da! Başbakan, lütfen, bir de bu konuda açıklama yapsın.
Örnek vaka 2: Rice'ın reddiyesi Biliyorsunuz, ABD Dışişleri Bakanı Rice'tan, şu sıralar birkaç örneği görülen ve "Türkleri terörist gösteren" filmler-diziler konusunda bir şeyler yapması talep edildi. Böyle bir talep tabii ki ayıptır. Rice da zaten böyle bir genel kabul üstüne, "Biz bu tür şeylere müdahale edemeyiz" dedi. Bir "ayıp" da ondan sonra: Bu açıklama sanki bir "gerçek"miş gibi kabul edildi. Medyada "aynen" yansıdı ama bunun böyle olmayabildiğine dair bir şey söylenmedi. Oysa, bizzat kendi halkla ilişkiler müdürünün ağzından, "CIA'nın, 11 Eylül sonrasında, senaryo kontrolü, gerekli yerlerde işbirliği yapma, gerektiğinde öğüt verme ve imkanları film sektörüyle paylaşma" gibi yöntemlerle "müdahil" olduğu açıklanmıştı. Kaldı ki, başta CIA olmak üzere, ABD yönetimlerinin çeşitli kanallarla Hollywood'a ve medyaya "müdahil" olduğuna dair geniş bir külliyat mevcut. Misal; "Mockingbird operasyonu" gazetecileri satın almak üzere, Soğuk Savaş döneminde bizzat bir gazete patronu (Washington Post) olan Philip Graham'ın işbirliğiyle yürütülmüş, 25 gazete ve ajansın CIA propagandasını yaptığı belgelenmiş, çok sayıda ünlü gazeteci yıllar sonra deşifre olmuştu. Bir CIA yetkilisinin Graham'a, "Bir gazeteciyi iyi bir telekızdan dahi ucuza elde edebilirsiniz; ayda birkaç yüz dolara" deyişi "literatür"e geçmişti. Bunun yeni örnekleri de çıkıyor zaten ABD'de. Soğuk Savaş'tan bu yana, çok sayıda filme, diziye, yönetmene ve oyuncuya CIA, FBI ve başka birimlerin "senaryo" yazdığı da biliniyor. Birkaç yıl önce, "Amerikan Sinema Klasikleri" isimli kablolu kanal, "CIA'nın Hollywood'u propaganda için nasıl kullandığı"na dair bir belgesel yayınladı. Bunun haberini veren bazı gazetelerin arşivlerinde ise o haber artık yok!
Bir de asıl ayıp olan şu: Bu örnekleri bilmiyormuş gibi yapmak... Daha da ayıbı, bu ayıplarla birlikte yaşamayı sürdürmek!
|