| |
|
|
İktidardaki muhalefete kim muhalefet edebilir?
Hayatları boyunca AK Parti çizgisindeki bir partiye oy vermemiş çok geniş kesimler de, Başbakan Erdoğan'ın ve iktidarın performansından hem çok memnun hem de şaşkın. Farklı çevrelerde hep övgü dolu cümleler duyuyorum. Bazıları "Bizim yıllarca desteklediğimiz partilere ve liderlere çok ayıp. Hiçbiri böyle başarılı olamadı" diyor. Bazen daha ileri gidenlere ve "Bundan sonraki seçimlerde AK Parti'den başkası parlamentoya giremez" diyenlere de rastlıyorum. Oysa belirli ve spektaküler başarılar (AB ile ilişkiler, enflasyonun düşürülmesi) varsa bile, Türkiye'nin siyasal, sosyal ve ekonomik sorunlarında, çok radikal bir düzelme yok. Bunu görmek için, ille de AK Parti'ye kökten karşı olmak gerekmiyor. Yeni Şafak Başyazarı Ahmet Taşgetiren de, bu konuya şöyle yaklaşmıştı önceki gün: "368 milletvekili ile yola çıkarıyor sizi toplum. Belli ki bir misyon yüklüyor. Sıfır kilometredesiniz. Önünüzde sorunlarıyla Türkiye.. Atacağınız her adım, girift meselelerin çözümü ya da daha karmaşık hale gelmesi yolunda bir anlam taşıyacak. Söylediğiniz her söz, bir sonraki adımı kolaylaştıracak ya da zorlaştıracak. Dikenli bir yol bu, ama yürünmesi gereken bir yol. AK Parti böyle bir hassasiyet içinde mi? Bir ölçüde... Ama zaaflar var. AK Parti hükümetinin performansını görmezden gelmek haksızlık olur. Ama bu bile yetmiyor bazı problemli alanların yeniden inşası için.. Haklı mazeretler elbette söz konusu.. Ben o mazeretlerden öte bir şeyin altını çizmek istiyorum: Büyük inşa eyleminin projesini yapmış olmak ve zaman zaman ( Şimdi neredeyiz?) diye sormak.. Kişi olarak, kadro olarak, sözler, davranışlar olarak, ülke olarak neredeyiz?" Ahmet Taşgetiren'in uyarmak gereğini duyduğu "Kişi ve kadro" kimler ise, acaba bunlar için "Eleştiri" ancak "Özeleştiri" olduğu zaman mı bir değer ifade ediyor? Bu ciddi bir sorun.. İki açıdan ciddi bir sorun bu. Birincisi, zaten iktidar olmak kişileri de kadroları da topluma yabancılaştırır. "Hata yapıyorsunuz" diye uyaranlardan sıkılır iktidar sahipleri sonunda. İkincisi de AK Parti zaten özü itibariyle, zor günlerin sınavından geçmiş, "Sadakat"ı ve "İnanç"ı en büyük meziyet sayan kadroların toplandığı, bir nevi ideoloji partisi. "Sol"dan değil, "Sağ"dan düzenin dışında ve düzene karşı bir parti. Bu kişi ve kadro, iktidar oldukları için toplumun her kesimi ile temas halinde ama "Birlikte" değil. Örneğin Tayyip Erdoğan, AB liderleri ve AB önde gelenleri ile yakın ilişkide. Ama Türkiye'de AB'den yana olan kesimlerin önemli bölümü ile mesafe var arada. Gerektiği zaman bunlardan hizmet isteniyor. Ama bu bir çeşit outsourcing, bir nevi taşeron olarak kullanma. Sonuçta, farklı çevrelerde beğeni ve destek olsa bile, AK Parti Türkiye'nin tamamının iktidarı değil sanki. Menderes de, Demirel de, Özal da muhafazakar ve kendilerince mütedeyyindiler. Ama onlarla onlar gibi olmayanlar da, kader ortaklığı yapabilirdi. AK Parti'nin şansı, kafası karışık bir CHP'nin (veya muhalefetin) varlığı. Bu parti iktidarda bulunmasına ve kamunun hem yetkilerine hem de kaynaklarına hakim olmasına rağmen, her alanda devletçiliği siyaset zanneden Baykal sayesinde, aynı zamanda muhalefetteymiş görüntüsü de verebiliyor. Baykal'ın CHP'si "Devlet gibi" konuşup davrandığı için, muhalefetin eleştirileri "Halk"a ulaşmıyor. "İktidardaki muhalefet lideri" Erdoğan, daha etkili. Aslında bu durum uzun uzun tartışılmalıdır. Ama bugüne takılmak galiba daha kolay herkes için.
|