Çöküş
Deprem ve tsunami felaketinin üzerinden üç hafta geçti. Başlangıçta esaslı tepki vermeyen devletler ve toplumlar yavaş yavaş deprem bölgelerindeki insanlara kaynak aktarmaya, yardımda bulunmaya başladı. Küresel düzeyde vicdanların kurumadığı ortaya çıktı. Türkiye'de de hayli gecikerek de olsa kamu vicdanı bu konularda gayret gösteren kişi ve kuruluşlarca sonunda harekete geçirildi. Deprem ve tsunaminin oluşumunda insanın parmağı yoktu ama anlaşılan zararın bu boyutlara varmasında insanların çevreye hoyratça davranmasının payı büyüktü. Belki de bu şekilde insanla doğa arasındaki hakimiyet savaşının beyhude olduğu mesajı da giderek daha fazla insan tarafından kabul görmeye başladı. Çevre sorunları, günümüzün küresel kapitalizminin ve onun yarattığı uygarlığın insanlığı tehlikeli bir noktaya getirip getirmediği hakkındaki tartışma hararetlendi. Tepkiler, tedbirler ve asiller Türkiye'de Tüfek, Mikrop, Çelik adlı kitabıyla tanınan fizyoloji profesörü Jared Diamond'un yeni kitabı bu yakınlarda çıkmış. Çöküş (Collapse) başlıklı kitap insan topluluklarının varlıklarını nasıl sürdürdüklerini veya çöktüklerini anlatıyor. Bu temayı işlediği 1 Ocak 2005 tarihli, New York Times gazetesinde çıkan bir yazısında Diamond, tarihsel çöküşlerde birbiriyle ilintili beş ana nedenin ön plana çıktığını yazmıştı: "insanların kendi çevrelerine verdikleri zarar; iklim değişikliği; düşmanlar; dostça ilişkiler içinde olunan ticari ortaklardaki değişiklikler; ve bir toplumun bu değişiklikler karşısındaki siyasi, ekonomik ve toplumsal tepkileri". Örneğin Maya uygarlığı ormanların tükenmesinden, toprak erozyonundan ve su kaynaklarının kötü kullanılmasından dolayı çökmüş. Ancak iklim veya doğa koşullarından kaynaklanan sorunların bir uygarlığı çökertmesi ancak toplum olarak bunlara doğru tepki verilemediğinde söz konusu oluyor. Toplumun felaketi algılayıp algılamaması, buna karşı tedbir alıp almayacağı ise seçkinlerin tutumuna bağlı. Benzer tehditlerle karşılaşan Alman toprak sahipleri, Hollandalı veya Japon asiller uzun dönemde sorunu ortadan kaldıracak atılımlar yapmış. Seçkinlerin tavrı ise içinde yaşadıkları topluma ne ölçüde yabancılaştıkları, sıradan insanın sorunlarından ne ölçüde haberdar olduklarına bağlı. Kısa vadede tatmin Diamond'un çalışmasından anlaşılan, geçmişteki toplulukların da bugünkü insanlar kadar doğaya karşı hoyrat davrandıkları. Onlarda da Diamond'un deyimiyle "nesillerarası adalet" sorunu, yani kısa dönemli tatminle gelecek nesillerin çıkarlarını koruma arasındaki çatışma çözülebilmiş değil. Seçkinler halktan kopup duyarsızlaştıklarında meseleleri de doğru açıdan görme yeteneklerini yitiriyorlar. Küresel düzeyde zengin ülkeler fakir ülkelerden göçü en büyük sorunlardan biri olarak görerek genelde polis tedbirlerini gündeme getiriyor. Halbuki "çok daha ucuz ve çok daha etkili olacak şekilde temelde yatan kamu sağlığı, nüfus ve çevre gibi sorunlara eğilinse", yoksul toplumlardan yükselen tehditler de azalacak. Mesele gerek toplumların içinde gerekse küresel ölçekte seçkinlerin genel çıkarı kollayacak tercihleri yapacak siyasi iradeye sahip olup olmamaları. Nüfusunun üçte biri yoksulluk sınırında yaşayan, çevreyi yarın yokmuşçasına tahrip eden, sağlık sistemi iyi işlemeyen, şehirlere sürekli göç veren, kendisi göç yolları üzerinde olan, kamu ve özel eğitim kurumları arasındaki fark uçuruma dönüşmüş, istihdam yaratamayan ve her meseleyi yalnızca asayiş meselesi diye görmeye yatkın bir Türkiye'nin de bu tartışmalara katılması gerekmez mi?
|