|
Mutfaktaki cennetin keşfi
|
|
Türkiye'de de artık yemek kültürü en can alıcı konulardan biri oldu. Kitap-lık Dergisi'nin bu ayki dosya konusu, edebiyatta yeme-içme.
Yıllarca süren bir suskunluktan sonra günümüz Türkiye'sinin en baştan çıkartıcı konularından birisi de yeme-içme kültürü oldu. Nasıl oldu? Goethe'nin de dediği gibi "Zamanı gelmiş bir fikrin kudreti ile!". Elbette diğer unsurlar da hazırdı; bir kere en önemlisi bu tema küresel ölçekte yükselen değer. Küresel iletişimin her şeyi evimizin içerisine soktuğu günümüzde bizler de bu gidişata ayak direyemezdik. Önce batının yayınevlerinde, kitapçılarında birikmiş olanlar birer birer gelmeye başladı. Ardından da Türkiye'de "bu dünya etrafında" bulunanların yazdıkları, anlattıkları. Hiç kuşkusuz bu çok güzel bir gelişme. Toplum konuyu tartışıyor. Sürekli gündeminde tutuyor. Bu ise Türk mutfağının geleceği için en can alıcı sermayedir. Bu "alem" edebiyat dergilerine dahi konu oldu. Yapı Kredi Yayınları'nın Kitap-lık adlı dergisinin aralık sayısında "dosya": Edebiyatta Yeme-İçme. Yeme-İçme ve Edebiyat başlıklı yazıyı Serdar Rıfat Kırkoğlu yazmış. Diğerleri; Bir İki Sayfa Kemirir miydiniz? Şavkar Altınel, Mutfak Bir Cennettir Nezihe Meriç, Türk Romanında Sofra Handan İnci, Rakı İçilir Mi Hiç Çiçeksiz Hüseyin Peker, Joyce ve Hemingway Hangi İçkiyle Sarhoş Olurlardı Paris'te? İsmail Ertürk, Ölümcül Günah: Oburluk Sırma Köksal, Denizcilerin Sofraları Saadet Özen ve Edebiyat Rejimi Kemal Atakay. Size Kırkoğlu'nun yazısından, bir seyahat sunalım: "Platon'un güzellik kavramını ele aldığı ünlü diyaloğu, Şölen başlığını taşır. Zaten yapıtın adının antik Yunanca'daki karşılığı Sumpasion da etimolojik olarak, 'syn' ve 'potes'; yani 'birlikte içki içenler' anlamına gelen sözcül gruplarından oluşur. Beri yandan, Leonardo da Vinci'nin İsa'yı havarileriyle birlikte resmettiği ünlü tablosunun adı, bilindiği gibi, 'Son Yemek'tir. Yeme-içme edimi bir hakikatin korunup taşınmasına ilişkin simge işlevi görür." Ardından yazar daha yakın bir zamana geliyor: "Sözgelimi, İnsanlık Komedyası adlı yapıtıyla XIX. yüzyılın ilk yarısının büyük bir toplumsal panoramasını çizmiş olan Balzac, gerçek yaşamında ortaya koyduğu oburluğu - bir oturuşta bir kuzuyu yediği ve günde 40-50 bardak kahve içtiği rivayet edilir! - neredeyse harfi harfine kahramanlarına da yansıtmış gibidir." Madem ki zevk tufanındayız, şu halde devam: "Çaya batırılmış madeleine kurabiyesi metaforuyla, edebiyatın belki de zihinlerde en çok yer eden simgesel yiyeceğine bir çeşit isim babalığı yapan Marcel Proust'un ırmak romanı Kayıp Zamanın İzinde ise, neredeyse bitip tükenmez bir yeme-içme silsilesidir. Madam Guermantes'ların ya da Madam Verdurin'lerin evlerinde, yüksek sosyal katmanlara mensup bir takım kişiler sürekli olarak bir şeyler yerler içerler ve tabii ki bu arada yaptıkları dedikoduları yiyip içtiklerine katık ederler." Gerisi için dergiyi almalısınız. Ama son söz Nezihe Meriç'ten: "Mutfak kadrini bilene cennettir!"
|