Ritim bozukluğu
TBMM'deki bütçe görüşmeleri, bir önceki yılın hesabının verilmesi, gelecek yıla ilişkin de ufuk açması açısından önemlidir. İktidar ve muhalefet arasındaki atışmalar da bütçe görüşmelerinin tuzu biberidir. Meclis'te dün konuşmaların tuzu da biberi de yerindeydi, ölçülü ve seviyeli bir görüşme üslubu hakimdi... Her ne kadar, körün fili tarifi gibi, iktidar ve muhalefet aynı enstrümanları ayrı ritimden çalmış olsa da Genel Kurul'daki oturum tartışma kültürü içinde gerçekleşti . Geçmiş dönemdeki bütçe görüşmelerinde yaşandığı gibi kimse kimsenin üzerine yürümedi, ağır sözler kullanmadı. Kürsüye ilk gelen, ana muhalefet partisi CHP lideri Deniz Baykal, bütçe konuşmasında geçen haftaki politikasından farklı bir üslup sergiledi. Geçen hafta bir saati biraz aşan konuşmasında ağırlıklı olarak AB ve Kıbrıs konusuna yer verirken, dün esasa dönüp bütçe üzerine yoğunlaştı. Her ne kadar Kıbrıs ve AB konularına da yer verse de bunlar geçen haftaki bütçe üzerindeki görüşleri kadar yer aldı. Baykal ağırlıklı olarak rakamlar üzerine yoğunlaştı. Türkiye'nin 83 yıl içinde yaptığı borcun toplamının bu iktidar döneminde gerçekleştiğini; 140 katrilyon liradan, 235 katrilyon liraya çıktığını söyledi. Özetle Baykal makro ekonominin dengeleri üzerinde durmayı tercih etti.
Ulusalcı söylem Başbakan Erdoğan'ın konuşmasında Baykal ile paralelliği, kendisinin de dış politika ve AB konusuna girmeyip, bütçe ve ekonominin durumu ile ilgili verilere yoğunlaşmasıydı. Farkları ise Baykal'ın makro ekonomik dengeleri baz alıp konuşması, Erdoğan'ın da buna karşılık mikro dengelerle karşılık vermesiydi. Başbakan, her ne kadar kürsüde vakti olmadığı için sıralama olanağı bulamasa da basına dağıtılan konuşma metninde, ekmek fiyatından maaşlara, SSK prim borçlarından enflasyona kadar onlarca örneklemede bulundu. Mikro ekonomik dengelerin döneminlerinde iyileşme sağladığını aktardı. Erdoğan, konuşmasının başlangıç bölümünde de geçmişteki konuşmalarından farklı bir üslup kullandı. Daha önceki konuşmalarında zaman zaman da olsa sergilemekten kendini alıkoyamadığı Kasımpaşalı üslubunu bir kenara bıraktı. Uzlaşmacı, eleştirilere açık, her kesimi kucaklayan söylemlerde bulundu. Sanki, siyaset üstü bir konuma kendini yerleştirmenin ilk adımlarını atıyordu. Konuşmasının en dikkat çekici tarafı söylemlerinin "ulusalcı" ve "sol" terminolojiye yatkın olmasıydı. Önce "demokrasi mi?" yoksa "ekonomi mi?" tartışmasında tarafını şu sözlerle ortaya koydu: "Bazıları hala güçlü ekonomi olmadan güçlü demokrasi olmayacağını iddia ediyorlar. Yani önce milli gelirini artır, sonra demokrasiyi geliştir diyorlar. Bu iddia külliyen yalandır, yanlıştır... Biz demokrasiyi, hukuku kalkınmanın olmazsa olmaz dayanağı, şartı olarak görüyoruz..." Erdoğan'ın söylemi aslında son iki yıldır AKP hükümeti ve Meclis grubunun demokratikleşmedeki reformların gerçekleşmesi için gösterdiği çabayla da ispatlanıyordu. İki yıl önceki, "Milli Görüş gömleğini sırtımızdan çıkarıp attık" söylemini de parti grubuyla birlikte kamuoyuna sergileme olanağı buldu. Her ne kadar dünkü konuşmasında "AK Parti iktidarında ritim bozuklukları, siyasi kan uyuşmazlıkları yok" dese de il ve ilçe teşkilatlarına bakıldığında bunun çok da gerçekçi olmadığı görülüyordu. Parti grubuna yerleştirmeyi başardığı politik çizgiyi, henüz teşkilatına kabul ettirmekte zorlandığı dün Afyon Milletvekili Reyhan Balandı'nın istifa gerekçesiyle görüldü. Milletvekillerinin iddialarına göre AKP Afyon İl teşkilatı, "Başı açık... Bizim gibi değil" gerekçesiyle Balandı'yı kendilerinden biri olarak kabul etmiyor, "muhatap almıyordu..." Balandı'nın istifa gerekçesi dün iktidar kulisine yayıldığında, daha üç yıl öncesinde il teşkilatının bugünkü tavrına benzer yaklaşım gösteren milletvekillerinin tepkisi ortaktı: "Biz nerelere geldik, onlar hâlâ nerede..."
|