Derinlik ararken stratejiyi ıskalamak
Vladimir Putin'in ziyareti AB'nin sürekli işi yokuşa süren tavrından sıkılan, bıkan ve buna giderek artan ölçüde tepki gösteren Türk kamuoyunu ferahlatan bir etki yaptı. Gerçi Türkiye kendisi açısından çok önemli bir konuda, BM Genel Sekreterinin Kıbrıs Raporu'nun Güvenlik Konseyi'nce kabul edilmesinin önünü açması konusunda, Rusya'dan vaat bile alamadı. Gene de Rusya ile Türkiye arasındaki ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi, yapılan askeri anlaşmalar, çeşitli alanlarda işbirliği arayışları küçümsenecek adımlar değil. Ancak AKP hükümetinin bu açılımı stratejik derinliği artırıcı benzersiz bir adım olarak takdimi de bir hayli abartmalı . Türkiye Cumhuriyeti'nin dış politikası daha kuruluştan önce, kuzey komşusuyla yakın ilişki geliştirmişti. Tüm Cumhuriyet tarihi boyunca da Türk dış politikası tüm ideolojik farklılıklara rağmen Sovyetler Birliği/Rusya'yı kollamıştı. Dahası asıl büyük stratejik açılım herhalde Turgut Özal döneminin ticaret anlaşmalarında, Kazakistan üzerinden Çin'e uçak seferlerinde, Sovyetler'e yapılan ziyaretlerde Türki Cumhuriyetlerin de ziyaret edilmesinde aranmalıdır.
Yapısal avantajlar Türkiye'yi merkez ülke konumunda değerlendiren bir dış politika yaklaşımının AKP tarafından benimsendiği biliniyor. Bu konum 11 Eylül sonrasındaki konjonktürün de etkisiyle dünya sisteminin Türkiye'ye sunmuş olduğu yapısal avantajlara da uygun. Gerek coğrafyası gerekse toplumsal, siyasal özellikleriyle Türkiye dünya siyasetinde yeni yapılanmaya katkıda bulunmaya aday önemli ülkelerden birisi. Ancak bir ülkenin nesnel koşullar ve yapısal unsurlar nedeniyle kazandığı önem kendi başına her zaman anlamlı olmayabiliyor. Dış politikanızın bu önemli konumu pekiştirecek, dönemin koşullarını iyi değerlendiren bir yaratıcılığa sahip olması gerekiyor. Benzer şekilde ekonomisi ciddi kırılganlıklar taşıyan, eğitim sistemi OECD raporlarında çökmüş diye değerlendirilen bir ülkenin kendi gücü konusunda abartılı değerlendirmeden kaçınması da sağlıklı olur. Uygarlıklar çatışması görüntüsünün ardında dünyada hâlâ devlet çıkarlarına dayalı bir sistemin işlediğinin anlaşılması lazım. Gene bu doğrultuda dış politikayı inanç dayanışması şeklinde kurgulamanın sakıncalarının da farkında olunmalı.
Derinleşen kriz Bu açıdan bakıldığında Türkiye'nin ABD ile ilişkilerindeki derinleşen krize dikkat etmek gerekiyor. Bush yönetiminin yaptıklarıyla hemfikir olmamak, Türkiye'nin önemli bir müttefiki fiilen de güney komşusu olan ve Irak'tan pek kolay çıkmayacağa benzeyen bu ülkeyle diyaloğu koparmanın gerekçesi olamaz. Felluce'de yaşananlar hiçbir aktörün ABD'ye sırtını dönmesi sonucunu vermedi. Tersine Iraklı Şiiler ve Kürtler Felluce'de olanlar karşısında ses çıkarmayarak direnişin Irak adına yapıldığını kabul etmediklerini, seçimlere kadar da buna katılmayacaklarını gösterdiler. Bush'un tekrar seçilmesi ve Arafat'ın ölümünün ardından Ortadoğu'da kayda değer bir siyasi/diplomatik hareketlilik de başladı. Mısır reform hükümeti kurdu. İsrail'e yeniden büyükelçi gönderdi. Son olarak da altı vatandaşıyla bir İsrailli'yi değiştirdi. Filistin-İsrail barış sürecine yeniden ivme kazandırma çabalarını arttırdı. Suriye İsrail'e sürekli barış masasına oturma teklifi götürüyor. Batı Şeria ve Gazze'de Hamas ve Cihad örgütlerinin desteğinde azalma var. Genişletilmiş Ortadoğu Projesi karşısında tüm devletler bir tavır almaya çalışıyorlar. Stratejik derinlik yalnızca nesnel koşulların sunduğu imkanlarla elde edilecek bir hedef değildir.
|