| |
Gazetecinin "Forma aşkı", ya "Tetikçilik"e dönüşürse?
Mesleklerin tanımlanması da çeşit çeşit oluyor. Örneğin geçenlerde Akşam'da çalışan gazetecilerin, Çukurova Grubu'nun içinde bulunduğu durum dolayısıyla yaşadıkları manevi eziyet üzerine yazmış ve "Gazeteyi şirket olarak görenler yanlış yapıyor" demiştim. İlker Sarıer önceki gün bu yazımdan giderek, gazetecinin gazetesine karşı "Forma Aşkı" benzeri bir duygu taşıyabileceğini yazıp, şöyle dedi: - Bir gazeteci için yıllardır çalıştığı 'gazetesi' bambaşka bir ruhsal değer ve sosyal bağlar oluşturabilir. Bu yüzden de, o gazete üzerinde estirilen yapay fırtınalar, adanmışlık duygusu yüksek karakterler üzerinde güçlü bir refleks yaratabilir. Tabii ki bu "Adanmışlık duygusu yüksek" gazetecilere diyeceğimiz yok. Ancak birinci olarak, bu adanmışlık derecesinin aşırı yükselmesi sonucu, bazı gazetecilerin "Tetikçi" rütbesine ulaşmaları tehlikesinin de doğabileceğini mutlaka irdelemeliyiz. Bir örnek vereyim. 28 Şubat döneminde, eski gazetemdeki bir arkadaşım, benim ve eşim Canan Barlas hakkında asılsız ve kırıcı bir şeyler yazmıştı. Kendisine telefon ettim, - Biz arkadaşız. Yazdıkların hem doğru değil, hem de sana yakışmıyor, dedim. - Beni anla. Sen haklısın, ama bu yazıyı yazmam istendi, diye cevap verdi. İkinci mesele de bu "Forma Aşkı"nın, sadece gazetecilerin değil, tüm meslek sahiplerinin gözünü kör etme tehlikesi yaratabileceğine ilişkindir. Mesela bazılarındaki "Devlet Aşkı"nın, hukuk ve insan hakları gibi kavramları unutturduğuna ve sonunda bunların çete kurup, devleti "Rutin dışı" ya da "Yasadışı" eylemlere sürüklediğine tanık olmadık mı? Bu durum, gazetecilik ve gazeteciler için de söz konusu olabilir. Bunu da fazlasıyla görmedik mi? Bir başka mesele de şu. İlker Sarıer, "Gazeteye bağlılık" konusunda örnekler vermiş: - Keşke, bizim basında da köklülük ve demokrasi o kadar yerleşmiş bulunsaydı da, Mehmet Barlas hala Milliyet'te yazıyor ve yönetiyor olsaydı. Bizler hepimiz, kendimizi toptan "gazetelerüstü" hissedip öyle davransaydık, 6 ayda bir transfer yapıp gazete değiştirseydik, gazetelerin kimlikleri nasıl oluşacaktı? Hasan Pulur'u alıp, 5 bin dolar daha fazla verdiler diye Yeni Şafak'a koyalım bakalım, ortaya ne çıkacak? Ben gazeteciliğe başladığım zaman Milliyet'in sahibi Ercüment Karacan'dı. Gazetenin Aydın Doğan'ın olduğu dönemi yaşadım. 28 Şubat'ta bir ara Korkmaz Yiğit'in de oldu. Hatırlarım Milliyet'in ilk satılışında, çalışanların bu satıştan haberi olmamıştı ve olayı öğrenen yazarlardan biri, eski patrona "Bizi Kunta Kinte gibi sattınız" demişti herkesin ortasında. Gazetesine "Forma Aşkı ile bağlı" İlker Sarıerler, acaba gazete sermayesindeki değişikliklerden, gazete sermayesinin gazetecilik dışındaki işlerinden, bazen yazarlar ve haberler üzerinde yapılan pazarlıklardan ne kadar haberdar edilir? 28 Şubat sürecindeki "Medya Karteli" sırasında, bu formalı gazeteciler, takım değiştirmenin imkansızlığını ve farklı gazetelerin ortak manşetle çıkmasının dehşetini, formalarına sindirebilmişler miydi? Bu forma aşkı, futbolda bile saçmalıklara sebep olmaz mı? Siz "Taraftar" olarak fanatik kalmaya mahkum edilirsiniz. Ama "Oyuncular" her sezon takım değiştirebilir. Geçen yaz Aydın Doğan'la Bodrum'da baş başa yemek yerken, o dönemi hatırlattım ve gazeteciliğe verdiği zararlara değindim. O da aynı şeyleri söyledi ve şöyle dedi: - Bazı dönemlerde, başka gerçekler de ortaya çıkar. Mesela sen Yeni Şafak'ta yazmaya başladın o dönemde. Ama etkin ve ağırlığın hiç değişmedi. Bir gazeteci bir noktaya gelince yazdığı gazete değil, onun yazdıkları ağırlık taşır. İlker Sarıer'e şunu da hatırlatayım. Ben Güneş'in Genel Yayın Yönetmeni ve Başyazarıyken, sevgili Hasan Pulur, Hürriyet'i bırakıp, Güneş'e gelmişti. O dönemde, SABAH denince de akla Zafer Mutlu gelirdi. Aydın Doğan Hürriyet'in, Turgay Ciner SABAH'ın patronu değildi henüz.
|