Mazlumu umursamadan AB'cilik
Brüksel'den esen cennetlik rüzgarlara rağmen CHP İnal Batu ile kestiriyor: -Burada taktik yok, tipik bir AKP davranışı var.. Türban veya meslek liseleri konusunda olduğu gibi gereksiz gerginlikler çıkarıp sonra geri adım attılar.. Kaldı ki taktik bile olsa, yanlış taktik.. CHP'yi tamamen haklı bulsak da bu fırtınanın yararı inkar edilmez: Dünkü senaryoda altını çizdiğim 'tabana selam' örneğinde olduğu gibi nice büyük adamlar eşeklerini önce yitirdiler sonra buldular. Sevinecek bir şey yok ise böyle yalancıktan sevinç büsbütün anlamsız olmasa gerek. Bunalım 17 Aralık sürecine kadar dondu.. Umalım ki Brüksel'in kendi 'mahrem gündem'leri gereği Kopenhag dışı şartlar dayattığında Türkiye dik durabilsin.. Şimdilik serinkanlı düşünmek için zaman kazandık. Artık en iliştirilmiş aydın bile mahrem gündemin varlığından hiç değilse şüphelenmeye başladığına göre yararlı bir tartışma gelişebilir. Bunun için de bazı temel kurallarda uzlaşmak şart. Özellikle AB'yi kutsayıp putsamak hastalığından kurtulmalıyız. Muhakkak ki, Türkiye'nin AB üyeliği asla bir ölçütler ve ilkeler meselesi değildir. O kadar değildir ki, eğer bugün Avrupa için Türkiye'nin katılımı zorunluluk olsaydı şimdiye kadar çoktan üyeydik! Sözgelimi Kızılordu yeniden Avrupa için yutucu bir tehdit diye hortlasa ve bizde de faşist bir devlet bulunsa, AB gene de üye olmamız için kırmızı dipli mumla davetiye yollar! Şimdilik tereddüt etmelerinin sebebi 'Türkiye'yi almanın mı yoksa almamanın mı daha az zararlı olduğu' hususunda kendi içlerinde uzlaşamamalarıdır. AB öncelikli olarak bir uygarlık tasarısı da değildir. Bu sadece yeni çağın imparatorluk deneyidir. En büyük yeniliği merkezde Alman ve Fransız olmak üzere iki ağırlıklı ulusun bulunmasıdır. Bu iki başkent uzlaştığı gün Türkiye bütün Avrupai ölçütleri gerçekleştirmiş farz edilir.. Oysa Türk insanının asıl istemesi gereken Avrupa'nın kendi vatandaşı için gerçekleştirdiği somut asgari adaletsizlik düzenidir. Bu da adaletli davranmaya kesin azimli yönetim demektir. Bizde iktidarlar ve toplum bu açıdan pek umut verici olmadığına göre, o kadar kutsanan bir AB içinde yer almaya ne kadar müstahakız? Sorunun cevabını iki örnekle verebilirim: Biri devrimci, biri milliyetçi iki genç adam kısa zaman aralıklarıyla ve birbirlerinden habersiz mağduriyetlerini duyurmak için benden yardım istediler. Pek hayrı olmayacağı için şimdiye kadar hiçbir şey yazmadım. Türkiye'deki yönetim kültürü, AB için yapılmış bin türlü düzenlemeye rağmen ahlaksızlığı, en hafifiyle adaletsizliği teşvik edici olmaktan çıkmamıştır. Bu genç adamlardan milliyetçi olanı devlet memurluğu yaptığı için adını anmıyorum. Tescilli bir sahte avukatın yolsuzluğunu ortaya çıkaran bu adliye memuru sürgün edilmiştir.. Üstüne üstlük Müsteşar onun ne kadar dürüst bir adalet görevlisi olduğunu bildiği halde bu kepazeliği önleyememiştir. Yönetim kültürümüzde alçaklık, her türlü iyi niyetli yetkiliye galiptir. Öteki ise Özgür Uyanık isimli bir mahkum.. Hikayesi film olacak kadar ilginç.. Bir kere işkence mağduru bir insan.. Vaktiyle aşırı terör örgütü üyesi iken şimdi daha ılımlı sol görüşlere sahip.. Cezaevinde örnek mahkum.. Bilmeyenlere okuma yazma öğretmiş, bulunduğu mekanı resimleriyle ve umutlarıyla süslemiş.. Ulaş Kipal isimli arkadaşı ile 'Türkiye Milli İktisat Tarihi' diye kitap da yazmış.. Uyanık işkence altında alındığı kesinleşmiş ifadelerden ötürü cinayetle suçlanmış ve cezalandırılmış.. Belki fiilde iştiraki var, belki yok.. Ama bu cinayette ortaklığı olsa bile AB ölçütlerine uygun (?) adil bir yargılamada suçunun kanıtlanması imkansız. Şimdi; adaleti ne kadar istediğimiz ve ne kadar hak ettiğimizi ölçmek için çok kolay bir yöntem öneriyorum: Çevremizde bu devrimci gencin hikayesine 'Amaan, bir teröristin mağduriyetine sıra gelene kadar daha neler var' diye burun kıvırmayacak kaç kişi bulabiliriz? Kendimizi, birbirimizle olan ilişkilerimizle ölçelim, başkalarına yaklaşımımızla değil. Aynı şekilde AB'nin de bize ve bütün 'öteki'lere yaklaşımı başka, kendi insanına yaklaşımı başkadır.. Nitekim orada başörtünle üniversitede hocalık yapabiliyorsun, burada kapısından içeri giremiyorsun.. Hıristiyan'ın Ruhban Okulu için kılıç kuşanan AB, Müslümanlar'ın başörtüsünü umursamıyor. Batı'dan alınacak ilk ve en büyük ders bu: Önce kendi insanın için adalete azimli olacaksın.
|