| |
BOP, BAB ve Türkiye
Avrupa Birliği'nin başkenti Brüksel'de şu sıralar bir geçiş döneminin telaşı yaşanıyor. Bir yanda 1 Kasım'da işbaşı yapacak yeni AB Komisyonu'nun Portekizli başkanı Jose Manuel Barroso'nun "daha merkezi" bir yönetim için Brüksel'e dağılmış birimlerin tek çatı altında toplanması kararının yol açtığı taşınma ve yer kapma telaşı. (Biz Ankara'da her iktidar değişikliğinde yeni bakanların iyi bir makam odasına el koyma kavgalarına alıştığımız için kesinlikle yadırgamadığımız bir tablo.) Öte yanda yeni Komisyon'un üyelerinin kolileriyle dolu odalarda çalışmaya çalışan eskimek üzere olan Komisyon'un üyeleri. 2 aylık ömrü kalmış Romano Prodi başkanlığındaki AB Komisyonu işte böyle bir hengamede geçen Cuma toplandı. Büyük çoğunluğu yeni dönemde Brüksel'e veda edecek olan üyeler doğrusu Ağustos tatilinde bayağı yanmışlardı. (Acaba içlerinden tatilini çaktırmadan Türkiye'de geçiren oldu mu? Doğrusu bilmiyoruz.) Gündem iki maddelikti. Son iki görev: İstikrar sözleşmesinde reform (Anlamı: Üyelerin bütçe açıklarının GSMH'ye oranını sınırlayan hükmün yumuşatılması. Bu konuda iki yıldır sıkıntı çeken Fransa ve Almanya'ya torpil geçilmesi...) Ve 28'inci üye adayının, Türkiye'nin, Kopenhag Kriterleri'ne uyumda geldiği nokta.
Müfettişe hazırlık Komisyon'un genişlemeden sorumlu üyesi Günther Verheugen, ikinci maddenin Türkiye'ye yapacağı 4.5 günlük geziden sonraya bırakılmasını istedi. Oybirliğiyle kabul edildi. Türkiye de aylar öncesinden belli olan ve müfettişlerin okul denetimlerini çağrıştıran (Öğretmen sıkı sıkıya tembih ederdi: "Çocuklar yarın yıkanmayı, tırnaklarınızı kesmeyi sakın unutmayın. İstiklal Marşı'nı, Onuncu Yıl Marşı'nı ezberleyin") ziyaret için hazırlıklarını tamamladı: Öcalan dahil tüm tutuklu ve hükümlülere haftada 10 dakika yakınlarıyla telefon görüşmesi hakkı tanıdı. Balıkçı tezgahlarına AB standardı getirdi. Güneydoğu'da sarı-kırmızı-yeşil harflerle "Kürtçe kursları verilir" tabelalarının süslediği dershanelerin sayısı Kopenhag Kriterleri'ni karşılayabilecek düzeye yaklaştı. Gerçi İHD ve Mazlum-Der'in son raporlarının bu geziyle çakışması biraz "şanssızlık" oldu (Mazlum-Der'e göre, temmuz-ağustos döneminde faili meçhul cinayetler, yerinde infaz, işkence, çatışma ve sivillere yönelik eylemlerde 145 kişi öldü) ama Diyarbakır'ı donatan İngilizce, Kürtçe ve Türkçe (lütfedip unutmamışlar) afişler evelallah o "çatlak" sesleri unutturmaya yeter de artar bile: "Büyük Avrupa'ya hoş geldiniz." Ne yani; ABD'nin BOP'u (Büyük Ortadoğu Projesi) varsa, bizim de BAB'ımız (Büyük Avrupa Birliği) var.
Koridordaki fısıltılar Bu genel coşku ortamında oyunbozanlık etmek istemeyiz ama halının altındaki çöpler canımızı sıkacak kadar artmaya başladı. Süpürgeyi alıp birkaçını ortaya dökelim: Niye siyasal ömrünün sonuna gelmiş Almanya Başbakanı Gerhard Schröder dışında AB liderleri Türkiye konusunda sessizliğe gömüldüler? Neden Verheugen "Önyargımız yok, kararım bu ziyaret sonrası şekillenecek" derken, Brüksel kulislerinde, kader raporunun 25 üye ülkenin görüşleri ışığında hazırlanacağı fısıldanıyor? Neden diğer üyelerle ilgili değerlendirme genel ilkelerle sınırlı tutulurken, Türkiye için bazı "sürprizler" öngörülüyor? Neyse... Buyurun sayın Komiser Verheugen; Türkiye teftişine hazır. Kızılcık şerbetini bardaklarımıza doldurduk.
|