Medeniyet dediğin...
Portekiz'deki Avrupa Şampiyonası'nda birbirinden ilginç 8 maç izleme fırsatı buldum. Maçların kalitesinin az ya da çok oluşu tartışılır, ama futbolun bütünüyle bir olgu olarak bizim düşündüğümüzün çok daha ötesine taşındığı kesin.. Artık kazanmanın dışında keyif verme anlamında da futboldan beklentiler çok yüksek. Bilet fiyatlarının 50-55 euro'ya çıkmış olması zaten belli bir gelir seviyesindeki insanların maç seyretmesi anlamına geliyor. Tribünleri dolduran bu tip seyirciler eşleri ve çocuklarıyla maça geliyorlar, maçta da tuttukları takımın ürünlerini alıp, kaliteli gıda ürünlerini tüketiyorlar.. Böylece organizasyon sahibi (kulüp, federasyon ya da UEFA) iyi para kazanıyor.. Güvenlik üst düzeyde.. Bileti olmayanlar kesinlikle stat çevresine yaklaştırılmıyor. Özel güvenlik birimleri sayesinde herkes tek tek aranıyor. Böylelikle yankesici, tinerci gibi Türkiye'de görmeye alıştığımız tipler yanınıza gelemiyor.. Statlarda kesinlikle kapalı kutu içinde içecek satılmıyor. Su ve meşrubatlar bardağa konuluyor ve öyle veriliyor. Bira satışı da tribününe göre ve genellikle maçların bitimiyle birlikte yapılıyor. Maçlara gidiş geliş için çeşitli alternatifler var. Ama en yaygın kullanılanı metro.. Metro, hem ucuzluğu hem çabukluğu hem sıklığı hem de statların en yakın bölgesine ulaşma açısından büyük avantaj. Otobüs seferleri de maç günleri sıklaştırılmıştı. Otomobille maçlara gitmek Türkiye'den daha büyük problem. Çünkü bir şehirden bir diğerine 1 saatte gidip, otoyol çıkışı gişelerde 1 saate yakın beklemeniz gerekebiliyor. Gelelim medyaya.. Daha önce iki Avrupa Şampiyonası, bir Dünya Kupası seyretmiş, Avrupa'da birçok üst düzey maç izlemiş biri olarak Türk medyasının Portekiz'de çok iyi temsil edildiğini söylemeliyim. Türk gazetecilerin tamamı akredite oldukları maçların tümünü izlediler. UEFA'nın çok yakındığı bir olay olan akredite olup maça gitmeme hatasına düşmediler. Bu yüzden turnuvanın başında en kötü yerler finallere katılmamış olduğumuz için uzakdoğu ülkeleriyle birlikte bize veriliyordu. Maçları çok ciddi takip ettiğimiz için Türkiye'nin yerini en iyi seviyeye yükselttiler. Teknoloji olarak da Türk medyasının gerek yazılı gerek görsel olarak diğer ülkelerden geri kalır bir yanı yoktu. Hatta Türk gazetecilerin aralarındaki futbol tartışmalarının seviyesi ve aralarındaki yardımlaşma çok ülkeden daha iyiydi. Bazen biz bir başka medya kuruluşundan arkadaşımızı arabamıza aldık, bazen onların arabasına konuk olduk. Birlikte yemek yedik, birlikte maça gittik. Ama işimizi yaparken her zamanki gibi rakiptik.. Maçlardan önce ve sonra gerek foto muhabirlerinin gerekse yazarların konumlarına da UEFA çok önem veriyordu. İzinsiz hiçbir yere hiçbir bölgeye giremiyorsunuz ve boynunuza asılı tanıtım kartınızı sürekli göstermek zorundasınız. Eğer Türkiye Ligleri'nde de böyle bir uygulama yapılır ve gazetelerin akredite muhabirleriyle, yazarlarına fotoğraflı tanıtım kartı takma zorunluluğu getirilirse stat içindeki kargaşa da sona erer. Ve tabii ki konfor.. Stat içinde skorbordlardan, koltuklara kadar herşey birinci sınıftı. Gerçi birçok stadın çevre düzenlemesi organizasyona tam olarak yetişmemiş ve etrafında bizim Olimpiyat Stadı'nın yollarına benzer görüntüler oluşmuştu ama statların içi ve konumu çok iyiydi. Merdivenlere oturan insanlar yoktu.. Sponsorlar maçlardan önce penaltı atma yarışması, minyatür kale maçlar, yüz boyama standları gibi etkinliklerle taraftarları maç havasına sokuyor. Hatta stat önünde çektirdiğiniz hatıra fotoğraflarınızı internet adresinize bile gönderiyorlar.. Sonuç olarak herşey sizi maça pozitif olarak hazırlamak üzerine kurulu.. Bugün saha dışından bahsetmeye çalıştım, yarın sizlere dünya futbolunda neler olup bittiği konusundaki gözlemlerimi, özellikle teknik direktörlüğün nereye gittiğini aktaracağım.
|