|
|
|
|
|
Taşrada İki Gün
|
|
Hafta sonu şehir dışında insan kendini yeniden doğmuş gibi hissediyor
Ara sıra insan şehirde bunalıyor. Hele sıcaklar bastırınca New York çekilmez oluyor. Yüksek gökdelenler arasında sıkışan hava, yapışık bir sıkıntı bulutuna dönüşüyor. Sağa baksanız beton, sola baksanız beton. Lokantalara gitmek, klimalı sinema salonlarında ya da evde soğutucuyu açıp internet başında zaman öldürmek bir süre sonra korkunç gelmeye başlıyor. Nefes alamıyorsunuz.
İşte o anda arkadaşlardan biri çıkıp "Hafta sonu şehir dışına gidelim mi?" dediğinde herkes bir anda haykırıyor: "Eveeet!" Ve böylece New York'un kuzeyine uzanan Hudson nehri kıyısındaki ufak kasabalardan Rhinebeck'e doğru yola koyuluyoruz. Manhattan sakinleri, yaz aylarında daha ziyade Hamptons ya da Cape Cod gibi deniz kenarındaki sayfiye yerlerini tercih eder. Ama daha önce okyanusa ayak bastıysanız, o insanda böbrekleri düşüyor hissi veren buz gibi suyun yazın en sıcak günleri dışında pek girilesi olmadığını da bilirsiniz. Biz de okyanus yerine dağlara ve ormanlara yönelmeye karar veriyoruz. Internetteki resimlerden Rhineback pansiyonlarından birinde karar verip hafta sonu için rezervasyon yaptırdık. Manhattan Pennsylvania tren garından hareket eden tren, bir buçuk saat boyunca yemyeşil bir orman örtüsünü yararak Hudson nehri kıyısında süzüldü.
Rhinebeck'e vardığımızda neyse ki New York'tan birkaç derece daha serin olduğunu görüyoruz. Taksi şoförümüz hala 1970'lerde giydiği kıyafetleri değiştirme fırsatı bulamamış. Yol boyunca Hudson'da ne tür balık avlandığından söz ediyor. Neyse ki beyzbol şapkası altına gizlediği yağlı saçlarına 15 dakikadan fazla bakmam gerekmiyor. Kırlık alanda yumuşak virajları yaran araba, sonunda Whistlewood Çiftliği'ne varıyor.
SESSİZ PANSİYONLAR Yüzyıllar önce Hollandalı Protestanlar'ın yerleştiği Hudon nehri deltası, bir zamanlar tarımla uğraşan, şimdilerdeyse tarım yanında turizme de el atmış çiftliklerden oluşuyor. Turizm dediğiniz sessiz pansiyonlar. Kaldığımız yer tam anlamıyla dağ başı. Uzaktan bir nehir sesi geliyor. Çiftliğin bir bölümü atlara ayrılmış. Pansiyon sahibi Betty, sabah 8'den itibaren ayakta. Şehir temposunda insanlar nasıl sabah kalkıp giyinip ofise gidiyorsa, çiftlikte de benzer bir tempo var. Ellilerindeki Betty 25 yıldır bu işi yaptığını söylüyor. "Bazen ben mi burayı işletiyorum burası mı beni işletiyor unutuyorum" diyor. Pansiyon lüks sayılabilecek çeşitli yatak odalarından oluşan bir çiftlik evi. Biraz ötede de sahibemizin köpekleriyle kendi yaşadığı ev var. Belli ki hafta sonu için ziyarete gelen erkek arkadaşı da çiftlik işlerinden anlıyor. Birlikte bitkileri taşıyıp atları oradan buraya götürüyorlar. İki gün boyunca bol yürüyüşler, oksijen, tereyağlı kahvaltılar ve ağaçlar dünyamı değiştiriyor. Ne imam hatip tartışması ne de Irak konuşuluyor. Radyoyu açıp Irak'ta son günlerde olanları dinlediğimde uzak bir diyarla ilgili bir masal gibi geliyor kulağıma. Zaten Amerika'da çoğunluk da böyle yaşıyor. Günlük işler dışında her şey uzak bir masal.
|
|
|
|
|
|
|
|
|