Güldürü bir yeraltı hareketidir
Bir varmış bir yokmuş... Hem varmış hem yokmuş... Hem yokmuş hem çokmuş... Eski bir Yemen masalı der ki: Günlerden bir gün yağmur tanrısının minik oğlu içine kapanmış, dünyaya küsüvermiş. Babası yağmur tanrısı, çok sevdiği oğlunun haline öyle üzülmüş ki koyvermiş yağmur, kar, fırtına işlerinin ucunu. Yağmur tanrısı aile dertleriyle uğraşmak için işi gücü bırakınca dünyada büyük bir kuraklık afeti boy göstermiş. Tarlalarda çiçekler, başaklar, sebzeler, meyveler, mısırlar, arpalar boyunlarını büküvermiş. Hayvanlar canlı iskeletlere dönüşmüş kuraklıktan. Salgın hastalıklar başlamış. İnsanlar kalkıp yağmur tanrısına gitmişler: "Ey ulu yağmur tanrısı neye varacak bu işin sonu?" diye sual eylemişler. Yağmur tanrısı "Çok kolay..." demiş "Çok kolay. Dünyayı kuraklıktan kurtarmak istiyorsanız oğlumu güldürün. Oğlumu güldürür onu eski neşesine kavuşturursanız dünyaya bet bereket geri gelir."
Amaç güldürmek Bunun üzerine insanlar dağlara tepelere çıkmışlar: Yüzlerini rengarenk killerle, kök boyalarla boyamışlar; üstlerindeki giysilere, hayvan postlarına dallar, yapraklar, çiçekler takmışlar. Kimileri kendilerini daha komik bir hale getirebilmek için elmalar, armutlar asmış orasına burasına. Kirazlardan küpe takmış kulaklarına. Dans edip şarkı söylemeye, davullar ziller çalıp oynamaya, taşları birbirine vurup müzik yapmaya başlamışlar. Kılıktan kılığa girip birbirlerini ve hayvanları taklit etmeye başlamışlar. Sırf yağmur tanrısının bunalımlı oğlunu güldürebilmek için. İnsanların maskaralıkları, soytarılıkları o kadar hoşuna gitmiş ki yağmur tanrısının bunalımlı oğlunun; kahkahalarla gülmeye başlamış, ona babası da katılmış. Gözlerinden yaş gelmiş gülmekten. İşte o keyif gözyaşları bulutları aralamış ve dünyaya yağmurlar yağmaya başlamış. İnsanların yaptığı bu ritüel'den, yağmur duasından gösteri sanatları doğmuş. Demek ki bu eski Yemen masalına göre gülme, bet bereket, neşe sıhhat getiriyor. Kurumuş doğaya ve yaşama can katıyor. Gülmek cana can katıyor. Kahkaha o kadar güçlü ki doğayı bile harekete geçirip onu değiştirebiliyor. İnsanın değiştirebilme, al aşağı etme gücü soytarılıkta gizli... Soytarıların, soytarılığın tarihi insanlık tarihi kadar eski. Peki, soytarı kime derler?
Soytarı kimdir? Soytarılık mertebesine ermeye karar vermiş, yaşamını bu yola adamış, kahkahanın gerçeği açığa çıkaracağına inanan herkese 'soytarı' denir. Bunu yaşam biçimi olarak benimsemiş olanlara soytarı, maskarabaz, palyaço akıllı-deli, bilge, abdal gibi bir sürü ad takılır. Hemen hemen her devirde ve her memlekette asıl saltanatı soytarılar sürmüşler. Ülkeleri yönetenleri yönetmişler, onlara akıl fikir vermişler; yol göstermişler, gözlerini açmışlar. Halkı onların gazabından, onları da kendi gazaplarından korumuşlar. Dünya tarihinde insanlık yıldızının parladığı her an kahkahanın, şakanın, alayın, yerginin zaferidir. Kahkaha bir yeraltı hareketidir. Yerüstünde bin bir çiçek açtırır. Eski Yunan'da, Roma'da, Bizans'ta, Çin'de, Mısır'da, Fransa'da, İngiltere'de, Hindistan'da soytarılar zekalarının inceliği, nüktelerinin zarafeti hoş tuhaflıkları bazen de kaba saba şakalarıyla hep iktidarda olmuşlar. Sürekli iktidardan sözediyorum, gelip geçici iktidardan değil. Her devirde gerekirse kelleyi koltuğa alıp özgürce düşünen, düşündüğünü söyleyen, efendilerini açıkça eleştiren dört dörtlük adamlarmış soytarılar. Soytarılar fakirler, ezilmişler sınıfından gelir, sınıf atlamaz, ait oldukları sınıfın gözüyle dünya işlerini yorumlar, efendilerinin gözünü açarlardı... Osmanlı sarayında soytarı bulundurma geleneği 2. Beyazıd döneminde başlıyor, Tanzimat'ta sona eriyor. 16. yüzyılda soytarılar tiyatro sahnelerinde yer almaya güldürerek düşündürme, eğlendirerek gözleri açma işini gerçek efendileri olan halkla paylaşmaya başlıyorlar. Antik Çağ'da soytarılık etmeye çıkan, güldürü bilgeleri soytarılar, palyaçolar, abdallar, bugün halkın saraylarında güldürerek gerçeği açığa çıkarmaya çalışıyorlar. Yani sirklerde, tiyatrolarda, gazetelerde, sinemada, televizyonlarda, gece kulüplerinde... Uygarlığın ele geçiremediği bölgelerde yaban düşünce yağmur dualarıyla hala güldürüye kahkahaya olan inancını koruyor. Soytarılık bir ruh halidir. Dünyanın bütün soytarıları birleşiniz. Zincirlerinizden başka kaybedecek neyiniz var? Gülünüz güldürünüz, alay ediniz, kendinizden başlayarak herkesi yeriniz. Burnu büyükleri, kıçı kırıkları, hava atanları, meydanı boş bulup atanları, yerlerinden edilmeyeceklerini düşünenleri yeriniz. Yerlerinden ediniz. Güldürü bir yeraltı hareketidir.
Mizah ciddi iştir Gülünüz güldürünüz, yerle bir ediniz. Eğlendirip güldürüp yerlere yatırınız. İçinizdeki çocuk yanınızın, bozulmamış saf yanınızın zincirlerini koparınız. Bırakın afra tafra satanlara gülsün içinizdeki soytarı yanınız. İçinizdeki soytarıyı koyveriniz. Güldüren insanla gülen insan el ele verip dünyaya meydan okurlar. Mizah dünyanın en ciddi işi değil mi? Yazarak, çizerek, oynayarak, anlatarak soytarılık edenler bazen kendilerini söylediklerinin arkasına gizlerler. Bazen de apaçık koyuverirler ortaya. Sirklerde soytarılık edenlerin yüzleri boyalıdır. Üniforması, işbaşı kılığıdır o boyalı yüz. Yay gibi çizdiği kaşı da imzası. Soytarının boyanmış suratı bir şenliğin başlayacağının işaretidir. Yaşam Üstüne Düşünme, Gülüp Eğlenirken Muhalefet Üretme Şenliği. Acıya Yalnızlığa, Salaklıklara, Yaşamın Anlamsızlığına Kahkahalarla Şamar Atma Şenliği... İnsanoğlu'nun erişebileceği en üst rütbe yaşamla da ölümle de dalga geçebilen bir soytarı olmaktır. Gülme günlük tarihi alaşağı ederek gerçeği açığa çıkarır; seyirciyi iktidara taşır. Takılın soytarıların arkasına...
Ali Poyrazoğlu
|