Yirmi yıla onaltı film sığdırdı
2004 Bafta ve Altın Küre adayı olan Scarlett Johansson, en yetenekli genç oyunculardan kabul ediliyor. Güzel ve başarılı aktris Johansson "yalnızca iyi filmler yapmayı umuyorum" diyor
O, "Ghost World"ün donuk Rebecca'sı, "The Man Who Wasn't There"in (Orada Olmayan Adam) amatör piyanisti, "Lost in Translation"ın evli Charlotte'u ve şimdi de "İnci Küpeli Kız"ın masum hizmetçisi. Gencecik yaşta peş peşe rol aldığı filmlerdeki performansıyla 2003'ün yükselen yıldızları arasına giren Scarlett Johansson, bu yılki İngiliz Bafta ve Amerikan Altın Küre ödülleri için hem "Lost in Translation" hem de "İnci Küpeli Kız" ile çifte adaylık kaparak yıldızını iyice parlattı.
Peki, kim bu Scarlett Johansson? Harper's Bazaar dergisinin Mart sayısında yayınlanan bir röportajda Johansson kendini ve sinema yaşamını anlatıyor. 1984'te New York'ta doğan ve daha üç yaşında oyunculuğa merak salan Scarlett, sekiz yaşına geldiğinde artık Hollywood'da profesyonel adımlarla ilerleyen bir oyuncuydu. İlk sahne deneyimini, Ethan Hawke'la birlikte rol aldığı "Sophistry" isimli bağımsız bir yapımda yaşadı. Sinemaya girişi ise Rob Reiner'ın yönettiği, Bruce Willis ve Elijah Wood'un başrollerini paylaştığı 1994 yapımı "North" ile gerçekleşti. Yardımcı oyunculukla başladığı film kariyerine "Just Cause" (Gizli Gerçek) ve "If Lucy Fells" (Aşık ol Lucy!) ile devam eden Scarlett, ilk büyük çıkışını 1996'da rol aldığı "Manny&Lo" ile yaptı.
"The Horse Whisperer" (Atlara Fısıldayan Adam) ve "American Rhapsody" gibi filmlerdeki yeni yetme rolleriyle yükselişini sürdüren Scarlett'in Hollywood'daki büyük yapımcıların dikkatini çekmesi elbette uzun sürmedi. Sofia Coppola'nın yönettiği "Lost in Translation" filminde, Tokyo'da tanıştığı eski bir Amerikalı aktörle dostluk kuran sıradışı bir genç kız rolünde karşımıza çıkan Scarlett, hala montaj aşamasında olan "A Love Song for Bobby Long" çekimleri süren "A Good Woman", kısa süre önce vizyona giren "The Perfect Score" ve Türkiye'de 26 Mart'ta vizyona girecek olan "İnci Küpeli Kız" ile 2004 yılına sıkı bir giriş yapıyor.
O, şu anda Amerikan filmlerinde rol alan en yetenekli genç aktrislerden biri. Gerçek bir oyuncunun ufkuna, tutkusuna ve hassasiyetine sahip ama aynı zamanda genç kızlığa yeni adım atmış muzip bir çocuk. İşte, "A Love Song for Bobby Long" filmi için bulunduğu New Orleans'da verdiği röportaj...
* Şimdiye kadar New Orleans'ın büyüsüne kapılmış olmalısınız. Geldiğimden beri etrafta aylaklık edip, ayak tırnaklarımı boyamaktan başka pek birşey yapmadım. Yine de dışarı çıktığımda, kesinlikle o cafcaflı ve yoğun havanın kokusunu alabiliyorum. Her yer devasa bira panoları ve "Altsız dansçılar garanti edilir" levhalarıyla dolu ama ben sadece gidip timsahlarla takılmak istiyorum.
* Tıpkı "Lost in Translation"daki Charlotte gibi sıradışı bir karaktere sahipsiniz. Bu karakter nasıl ortaya çıktı? Sofia (Coppola), baştan beri filmde Bill (Murray) ile benim rol almamı istiyormuş. Çekimlere Tokyo'da başlayacağına ve filmdeki karakterlerin rolüne dair bir konuşma yaptı. Fakat ilişkinin karmaşıklığını açıklamadı. Sadece bu insanların kaybolduğunu ve birbirlerinde kendilerini bulduklarını söyledi. Ardından, bana yaklaşık 75 sayfa uzunluğundaki ilk metni gönderdi. Tokyo'ya gittiğimde ne beklemem gerektiğiyle ilgili hiçbir fikrim yoktu. Herşeyin oraya vardığımızda şekilleneceğini düşünmüştüm ama bir anda Bill ile birlikte çekimlere başlayıverdik. Her şey o kadar yabancıydı ki, bedensel olarak kayboldum. O anki ruh halimi biraz bulanık olarak tanımlayabilirim. İnsanlar bana Charlotte'un benim değil Sofia'nın hayatını yansıtıp yansıtmadığını soruyorlar. Hiçbir zaman o olduğunu söyleyemem ama aşkları su yüzüne çıkarsa karmakarışık duygularla baş başa kalacaklardı.
* "Lost in Translation"da mesafeli, "İnci Küpeli Kız"da mütevazı bir karakteri canlandırıyorsunuz. Ama fotoğraflarınızda genellikle 60'lardan çıkmış vamp bir kadını çağrıştırıyorsunuz. Genç bir aktris olarak, cinsellik içeren sahneler konusunda ketum davranmak daha mı iyi? Bence, bu sizin canlandırmaya çalıştığınız karakterin kim olduğunu bağlı. Daima yüzlerine yerleşen o seksi ifadeyle karşımıza çıkan genç oyuncular vardır. Oynadıkları rol ne olursa olsun. İfadeleri "Bana bak!" diye bağırıyordur. Oysa Goldie Hawn'- ın şöhretinin doruğunda olduğu yıllara bakarsanız, onu seksi yapan yapan şeyin güzelliği ve karizması olduğunu görürsünüz. Bu sahip olduğunuz bir özellikse, elbette saklayamazsınız. Tabii ki, bir seks bombası olduğumu düşünmüyorum, ama her zaman kendi seksapelimin fazlasıyla farkında oldum. Olduğumdan farklı görünmeye dair bir çabam da yok. Yine de, eğer aseksüel bir karakteri canlandırıyorsanız, seksiliğinizi saklamanız zor olabilir.
* "İnci Küpeli Kız", gücünü kısıtlamalardan ve baskılardan alıyor. Canlardırdığınız Griet karakteri ve Vermeer, tek kelimeyle duygularına hakim olamıyor. Şayet filmle ilgili herhangi biri, Vermeer'in pencereden avluda göğüslerini yıkayan Griet'i seyrettiği bir sahne olması gerektiğini ileri sürseydi, bu Vermeer ile Griet arasındaki ilişkiye gölge düşürürdü. Aralarında cinsel bir çekim olmadığından değil, ama her şeyin bir yeri ve zamanı vardır. Cinsellik ağırlıklı bir proje yapıyor olsaydım, izleyiciye asla her şeyi vermezdim. Çünkü, her şeyin ortada olduğu bir film hiç de ilgi çekici olmaz. İnsanlar daima verilmeyeni merak ederler.
* Sizce Griet bekaretini kulağı Vermeer tarafından delindiğinde mi, yoksa kasabın oğluyla gerçek bir seks ilişkisine girdiğinde ki kaybetti? (Gülüyor) Bence kulağı delindiğinde. Hem de tamamen kaybetti. Artık geri dönüş yoktu ve o an gözlerinden tek bir damla yaş süzülüverdi. Herkes, "O gözyaşı damlası gerçek miydi?" diye soruyor. Tek söyleyebileceğim, o anda her şey çok sihirliydi.
* Aşk hakkında kendi hislerinizden mi yola çıktınız? Kesinlikle. Fakat asla belirgin bir şekilde ortada değildi. Bir karakter oluncusu değilim ama bilinçsiz bir şekilde karaktere kendi deneyimlerimi ve hislerimi kattığımı düşünüyorum. Vermeer karakterine ise tamamen aşık oldum. Griet'in Vermeer'i karısını okşayıp öperken gördüğü bir sahne var. İşte o sahnede umutsuzca çöktüm. Çünkü, her ne sebeple olursa olsun, bu tavrı beni incitti. Oyunculuk tuhaf bir meslek, çalışırken duygusal açıdan kolayca yaralanabiliyorsunuz. Eğer iyi bir altyapıya sahip değilseniz ve etrafınızda işinizden ayrı olarak görüştüğünüz insanlar yoksa, bu tehlikeli olabilir.
* Oyunculuğa çok temkinli yaklaşıyorsunuz. Verdiğiniz tepkiler, sadece oyunculukla değil, oyunculuğun getirdiği imaj, şöhret gibi şeylerle meşgul olan aktrislere benzemiyor. Oyunculuk sizin için bir meslek mi? (Duraklıyor) Film yıldızı olmak, kendi içinizde bir bütün halinde topladığınız bir niteliktir. Ünlü olmak ise insanların size verdiği bir şeydir. Bu, insanların sizin içinizde fark ettikleri şeyle değil, fark edilir olmakla ilgili. Ben sadece iyi filmler yapmayı umuyorum. Biliyorum, kulağa basit geliyor, ama doğru. Film yapma süreciyle ilgili her şeyi seviyorum; provaları, çekimleri, ilettiğiniz mesajları. Ama tabii her şeyin bir mesaj içermesi gerekmiyor ya da bu benim özellikle aradığım bir şey değil.
|