|
|
|
|
Kars-Göleli Adnan Öz’ün romanı
Adnan Öz ile sahibi olduğu "San Marco Ristorante-Pızzeria-1"de buluştuk. "Neden bir" diye sorunca... Adnan Öz "bu lokantanın ikincisi de var da ondan" dedi. Bir ara "altı lokantası" varmış. "Kriz nedeniyle" kapatmış. Şu anda Berlin'de "iki İtalyan ve bir Meksika lokantasının" sahibi. Müşterilerinin "yüzde 99'u Alman." Ara sıra "Türk de düşüyor." Adnan Öz: - Deniz Baykal geldi... Kemal Derviş geldi... Bugün de siz. Bulunduğumuz lokanta "İstanbul'un Beyoğlu'su" gibi bir semtte.
TÜRK LOKALİ Kars-Göle doğumlu. Ankara Belediyesi Sular İdaresi'nde "kaynakçı olarak" çalışıyormuş. 1970'te Almanya-Bremen'e kaynakçı olarak gitmiş. 1976'ta "Türk lokali" açmış. Çay, kahve, lahmacun satmaya başlamış. - Ama bu iş pek tat vermedi... 1980'de işçiliğe döndüm.
MENDERES 1986'da "işçilikten de tat almamaya başlamış." - Yine lokanta işine girdim... Bu defa İtalyan lokantası açtım. - Neden İtalyan? - Oğlum, kayınbiraderin lokantasında çalışıyordu... İtalyan mutfağını orada öğrendi. - Tek çocuğunuz mu var. - Evet... Menderes. - Neden Menderes? - Biz Adnan Menderes'çiyiz... Menderes'çi adamın oğlu da Menderes olur... Şimdi 35 yaşında.
ON BİR KARDEŞ Lokantada garsonlar "Kübalı." Ahçılar "İtalyan." - Babanız kimdi? - Hatırlamıyorum... Hiç görmedim... Ben çok küçükken ölmüş. - Kaç kardeşsiniz? - On bir.
HEDEF VE SONRASI - Almanya'ya iki, üç yıllığına gelmiştik... Bütün hedefimiz bir otomobil, hanıma da kürk almaktı... Sonra da Ankara'da ev... Fiat otomobili, kürkü, Ankara- Aydınlıkevler'deki evi aldık... Dönemedik... Sonra Mercedes aldık, Ankara'da ve Keçiören'de birer villa aldık, yine dönemedik... Şimdi Almanya'da ev alıyoruz, arsa alıyoruz... Anlayacağınız buraya çakıldık, kaldık.
KARS KOKUSU Adnan bey "neşeli, renkli" bir insan. Bir "merhaba" dedik, iki saat bizi bırakmadı. Sarılıp, öperken "oh" diyordu: - Elbiseniz, Türkiye kokuyor... Türkiyem, Kars'ım, Göle'm gözümde tütüyor. Lokantada çeşit, çeşit yemek var. Ama onun burnunda "Kars kaşarı... Kars balı tütüyor."
KONSER Yirmi sene önce, Adnan Öz bir gün duymuş ki: - Ankara'dan, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası, Berlin'e geliyor. Adnan bey hemen "en lüks mağazaya" gitmiş. "Paraya kıyıp" kendisine ilk kez bir smokin almış. Karısına "pahalı bir elbise... Ve kürk." Oğluna yine "pahalı bir takım." Ve "Opera"nın yolunu tutmuşlar.
SAHNEDEKİ ÇOBAN (!) - Ben sanıyordum ki, sahneye bizim Karslı türkücü Murat Çobanoğlu falan çıkacak... Neşet Ertaş veya Arif Sağ çıkacak... Sahneye, saçları uzun bir adam çıktı... Ceketi, neredeyse yere değecek, entari gibi... Elinde de bir değnek... Allah, Allah bu adam çoban mıdır, nedir diye söylendim... Yoksa Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası denilen şey, bizim çocukların müsameresi gibi bir şey mi ola ki?
KEMANIN (!) BOYU - Sonra perde açıldı... Ben söyleyim 50, siz söyleyin 60 çalgıcı... Adamın birinin elinde keman var nah vallah, benim boyumdan yüksek... Değnekli adam, elini sallamaya başladı... Çalgıcılar da çalmaya... Fakat bu değnekli çoban öyle bir kendinden geçti ki... Sonra... Ben de kendimden geçmişim... Ailece uyuyakalmışız.
ÜÇÜNCÜ PARÇA - Bir gürültü ile uyandım... Herkes alkışlıyordu... Bozuntuya vermedim, ben de alkışa başladım... Çıkışta insanlar birbirleriyle konuşuyorlardı... "Üçüncü parça çok iyiydi" diye... Hemen bunu aklıma yazdım... Ertesi gün "konser nasıldı" diye soranlara anlattım: Üçüncü parçayı çok iyi çaldılar... Karslı Murat Çobanoğlu gelseydi, bu kadar iyi çalamazdı.
|
|
|
|
|
|
|
|
|