|
|
SAVAŞ AY
Derya'nın ölümü
Ufacıktım daha... Dokuz yaşında, Üsküdar Halil Rüştü İlkokulu 3-A sınıfında öğrenciydim. Babam, bir gün ansızın okula gelip izin aldı öğretmenimden. Sonra elimden tuttuğu gibi doğru iskeleye. Oradan arabalı vapurla karşıya geçtik ve dolmuşla Taksim'e çıktık. İlk kez adımladığım o renkli kalabalık caddenin adı Beyoğlu Caddesi'ymiş. Arada bir sokağa girdik. Baktım sağda solda hep tanıdık yüzler. Artistlerin çoğu yanımızdan, önümüzden geçiyor ya da kahvehane önlerine attıkları sandalyelerde sohbet ediyordu. Ne kadar sevinmiştim anlatamam.
İşte bu çocuk
Babam da bu kahvelerden birine soktu beni. Orada oturan kır saçlı, sevimli yüzlü amcaya "İşte bizim çocuk bu Avni Bey" dedi. O amca tiyatronun devlerinden Avni Dilligil'miş meğer. Şöyle bir yüzüme baktı, elini uzatıp yanağımı okşadı. "Yüzün gibi dilin de tatlıysa olur bu iş evlat" dedi. Hiçbir şey anlamıyordum konuşulanlardan. Akşam eve gelene kadar da tık demedi rahmetli peder. Neden sonra anamla konuşurken duydum ki film çevirecekmişim. Oleeeeee!.. Dokuz yaşında bir velet için daha keyifli, daha müthiş ne olabilirdi ki?
Necdet Tosun
Ertesi günü iple çektim. En kıyak bayramlıklarım sandıktan çıkarılıp ütülenmişti. Giyindim kuşandım ve yola koyulduk yeniden. O gün 2 saatte filan gittiğimiz yerin adı da Zeytinburnu'ymuş. 80 Sokak tabelasını da anımsıyorum. Sağa sola iri kıyım ışık malzemeleri yerleşmiş, ortada tren rayı gibi bir şey ve üzerinde kamera. Sonra bir minibüs durdu. İçinden kalabalık birileri indi. Kadın erkek veeee, ve Necdet Tosun da indi içinden minibüsün. Dünyanın en şanslı çocuğu saydım kendimi. Ahh mahalleye bi dönsem, çığlık çığlığa anlatsam her şeyi çocuklara "Necdet Tosun'u gördüm oğlum. Vallahi de billahi de gördüm" desem.
En güzel kız
Birkaç gün sonra alışmıştım çok şeye. Sinemanın en kral esas oğlanlarından Efkan Efekan da vardı sette. Ben, onun küçüklüğünü oynuyordum. Rejisör Avni Amca biraz beni, biraz Efkan Abi'yi çektiriyordu kameraya. Rol gereği bir de kız kardeşim vardı. O da büyüyünce biri olacaktı ama kim? Orada, az ötemizde duruyordu; onun, kız kardeşimin büyüklüğü. Ama tanımıyorduk, hiçbir filmde görmemiştik onu. Lakin o yaşta bile onun, o ana kadar gördüğüm en güzel kız olduğuna yemin ederim. Meğer zaten Türkiye Güzeliymiş. Herkes onun o peri kızı hallerinden vurgun yemiş gibi gezmekteymiş. Adı Zerrin Arbaş'tı bu güzelim kızın.
O velet kim?
Rolü çok fazla değildi ama seyirciyi de şallak mallak etmişmiş, babam söyledi galadan sonra. Sonra yıllar geçti gitti. Zerrin Arbaş'la tekrar karşılaştığımızda bu hikayeyi anlatınca çok şaşırdı. "Aaa!.. O velet sendin demek" deyince epey bir gülmüştük. Bu kahkahaya ortak olan biri daha vardı yanımızda. Annesinin gençlik hallerinden bile güzel Derya Arbaş vardı. Hani o Beyaz Bisiklet filminde seyredip "hacamat "olduğumuz melez kız vardı yani. Dostluğumuz hep sürdü gitti güzel ana kızla. Derya'nın A Takımı'nda çalışmasını bile düşündük bir aralar. Türkiye'ye kesin dönüş yapınca yapımcı olarak çalışacaktı bizim ekipte.
Yaş otuz beş yolun!..
Ölüm haberini aldığımda Diyarbakır'daydım. Şaşkınlık, şok, inanmazlık ve gerçeği kabulleniş. İçime kezzap damladı sanki. Ölüm kimselere yakışmaz he mi? Ama birilerine ille de yakışmaz. Derya'ya yakışmadığı gibi. Ah be Derya'm. Yaş otuz beş yolun yarısıydı hani be güzelim? Ne bu tez, ne bu telaş, ne bu yakıcı gidişler? Ah be!..
Haberleri gazete sayfası görüntüsünde okumak için
SABAH e-Medya"ya
tıklayın
|
|
|
|