kapat
13.09.2003
YAZARLAR
ATV
EKONOMİ
limasollu
TÜRKİYE
DÜNYA
POLİTİKA
SPOR
MEDYA
SERİ İLANLAR
METEO
TRAFİK
ŞANS&OYUN
ACİL TEL

GREENCARD

HINCAL ULUÇ


Bir cinayetin ortak sorumluları..

Bir arkadaşınız, elinde bir kasetle odanıza giriyor.. "İşte bu Gülben'in kaseti.." Ne yaparsınız?.. Hiç değilse bu an için kendi kendinize samimi olun ve yanıt verin..

"Bu utanç verici bir olaydır. Ben bu rezilliğe alet olmam.. Al kasetini derhal defol buradan" der misiniz gerçekten?. Derseniz, bu toplumdaki kaç kişiden biri olursunuz?..

Kimse kimseyi kandırmasın. Suçluluk, hele böylesi potansiyel suçluluk hepimizde var..

Hepimiz, bir yerlerden kaset elimize geçse de seyretsek diye için için bekliyoruz..

Bir polis iki meslekdaşını öldürdü.

Konu rüşvet.. Polisle rüşvet, hele trafik polisi ile rüşvet o kadar yan yana gelen sözcükler ki..

Necati dün nefis bir yazı yazmış.. Bir nefeste okudum.. Polis ile rüşvet üzerine en güzel yazılardan biri.. Ama eksik.. Temel unsurlardan biri eksik..

Necati ekiplerin sabaha kadar çalışıp (!) torbayı doldurduklarını anlatıyor. Cinayet paylaşma aşamasındaki anlaşmazlıktan..

Sadece o kadar mı?..

Gerçekten sadece o kadar mı?..

Ya torbayı dolduranlar..

Polisler hırsızlık mı yapmışlar?.. Hayır.. Torbayı dolduran para bizden.. Hatta teklif eden bizleriz..

Her türlü kural tanımazlık içinde, hele geceleri bol alkollü direksiyon başına geçip, çevrilince rüşveti teklif eden bizler..

İtham etmek kolay.. Suçlamak kolay.. Kelle almak da kolay..

Ama sorun o kadar kolay değil..

Bu ülkede düzen, en namuslu adamı namussuz yapmak üzerine kurulu..

Polisler, kendilerine dakika başı teklif edilen rüşvete karşı ne derece dirençliler?..

Siz hiç polislerle konuştunuz mu?.. Hiç evlerine gidip konuk oldunuz, eşlerini, anne babalarını, çocuklarını gördünüz mü?.. Siz hiç polisin çalışma ve yaşam koşullarını araştırma gereği duydunuz mu?.

Bakın, bunları özür diye söylemiyorum.. "Gerçek" diye söylüyorum..

"Efendim koşullar bu.. Onları zorla polis yapan yok.."

Tabii yok.. Etrafta iş, etrafta fırsat bolluğu var. Canın hangi işi isterse onu yap.. Bu ülkede iş seçme, beğenme özgürlüğü sonuna dek var.. Niye polis oluyorsun ki?..

Yıllık izin yok.. Haftalık izin yok.. Belirli mesai saati yok.. Ortalama 12-14 saat, bazen hatta 24 saat devamlı çalışma..

Servis yok.. Ev İstanbul'un bir ucunda.. Güç ona yetiyor ancak.. İşten çıkıp eve nasıl gideceksin?.. Ya da işe nasıl geleceksin?.. İki saat yollarda sürün.. Otobüsleri değişe değişe mi beklersin, boynunu büker oto stop mu yaparsın?..

Saldım çayıra, mevlam kayıra..

Okullar açılıyor.. Çocuklar okumalı.. Ek masraf.. Nereden?.. Karın giyim ister, kuşam ister, gezmek ister, tatil ister?.. Hani?..

Maddi, manevi yıkım bir hayat.. Bu hayat içinde ezilirken, önüne konan paralar.. "Al şunu, kapa gözünü.."

Siz olsanız ne kadar dayanabilirsiniz?.. Kaç kez?.. Kaç ay?.. Kaç yıl?.

"Sonuna kadar dayanırım" diyenlere, Gülben'in kaseti ile gelirim hemen..

Şimdi bir daha sorun kendinize..

Suçlu sadece polisler mi?.

****

Emniyet Genel Müdürlüğü sözcülüğünden bir faks aldım. "İstanbul'da tercihler" başlıklı yazımın içinde yer alan Doğan Canku'nun mektubunda "Emniyet Genel Müdürü diyor ki 'İstanbul'da olaylarla baş edemiyoruz. Halk kendi çaresine bakacak'" cümlesi yer alıyordu. Sözcülük, genel müdürün böylesi sözleri hiçbir zaman ve mekanda etmediğini açıklıyor.

Tavla biraz şanstır, hayat gibi..
1400 yıl önce, Hintli bir hükümdar, Pers İmparatoru Nevşirvan'a bir oyun göndermiş.. Yanında şu minik notla..

"Kim

daha çok düşünüyor,

kim daha iyi biliyor?.

Kim

daha ileriyi görüyor ise,

O kazanır.

İşte hayat budur!.."

Hintten gelen oyun satranç..

Pers Hükümdarı altta kalır mı?.. Zamanın en bilgin veziri Büzur Mehir'i çağırıyor..

"Sana on gün.. Bir oyun icad et.. Raca'ya yollayalım.."

Vezir, verilen süre içinde, istenen oyunu icad ediyor. Hediye yanında notla, Hindistan yolunu tutuyor

"Evet, kim

daha çok düşünüyor,

kim daha iyi biliyor,

Kim

daha ileriyi görüyor ise

O kazanır.

Ama biraz da şanstır.

İşte hayat budur."

Şimdi söyleyin, hayat tavla mı, satranç mı?.

Tavla biraz şans.. Ama biraz.. Fazla değil.. Onun ötesinde, düşünmek, bilmek ve ileriyi görmek kazanmanın en önemli unsuru..

Vezir bulduğu oyunun adını Takhteh Nard koymuş. Yani "Tahta üzerinde savaş.."

Persler yayılıp, Mısır'a kadar uzanınca, oyunun adı kısalmış.. Tau olmuş.. Türkler ve Yunanlılar da Tavla demişler..

Vezir oyunu icad ederken, simgeler de koymuş..

Pulların toplandığı karşılıklı 6 şar hane, 12 ay mesela..

Tavladaki karşılıklı 12'şer hane de günün 24 saati..

Beyaz pullar gündüz, siyah pullar gece..

Şimdi bütün bunları nerden bildiğimi merak edeceksiniz..

Yok canım, araştırma falan yapmadım. Onu Ferit Ferhangil yapmış. Benim önüme kondu. Daha doğrusu Servet Yazıcı'nın bana yolladığı tavlanın içinden çıktı.

Yıllar önce Amerika'ya gittiğimde, tavla Backgamon adı ile tam sosyetik bir oyun olarak yayılıyordu. Kitaçılarda tavla üzerine sayısız yayın vardı. Dünyaca ünlü satranç ustaları, tavla üzerine kitaplar yazıyordu.

Eski doğuda kralların, asillerin, yeni batıda sosyetenin oyunu Tavla'nın bir de bizdeki imajını düşünün..

Amerikalılar'ın tavlasını gördüm, bayıldım, aldım.. Ama kimseyi oynatamadım..

Bizim millet zarı özel fincanlarla atmayı kabul etmiyordu. İlle sallayıp, sallayıp fırlatacaktı. Küçük zarlar alıp, fincanları kaldırdım, bu sorunu çözdüm, ama temel soruna geldim takıldım. Gürültüden nefret eden Amerikalılar, tavlanın içine kadife döşemişler, pulları da fildişi benzeri bir kemikten yapmışlardı. Ne zarların çarpması duyuluyordu, ne de pulların vurması, kırması, oynanması..

O şakur şukur oynanan tavla, adeta bir satranç sessizliğine bürünmüştü. Bizim insanımız şakırtı olmadan tavla oynamayı sevmedi. Amerikan tavlasını rafa kaldırdık, gittik gene bir tahta tavla aldık..

Şimdi bu Servet Yazıcı kardeşimin bana yolladığı tavla, Amerikan teknolojisi ile, Türklerin şakır şukur oynama zevkini bir araya getirmiş..

Fevkalade şık, fevkalade kullanışlı, oynaması fevkalade keyifli bir tavla bu..

Servet daha çok yurt dışına pazarlamak için planlamış, ama içeride de çok talibi çıkar gibi geliyor bana..

SY (Adının baş harfleri) Antalya'da üretiliyor.

www.sy.game.com adresine e-mail yollayarak sorularınıza yanıt alabilirsiniz..

Kazım..Sevgili Kazım!..
Kazım, her yıl bu zamanlar gelir Los Angeles'ten.. Bizim pazar neşelerinin çoğunun kaynağı o.. Gelirken nasıl neşe getirir.. Bizim gurubun keyfidir, neşesidir, coşkusudur.. Maskotudur nerdeyse..

Giderken hep yalvarırız.. "Yılda bir yetmiyor, iki kez gel" diye..

Önceki hafta geldi.. Hemen kaptık Kilisli'ye götürdük. Dünyada en sevdiği lokanta. Amerika'da ağzına kırmızı et koymaz ki, burada doya doya yesin.. Mehmet Şahiner de bir Kazım sofrası yapmış ki..

Orada planlar yaptık, İstanbul'daki bir ay için.. Ben hatta tatil içinde tatil diye bir Altın Yunus koymuşum kafama..

Pazartesi.. Ah pazartesi.. Hayat nasıl sürprizler hazırlıyor insana.. Tatlısı, acısı ile.. Amerika'dan gelen haber hepimizi yıktı. Kazım'ın aslan gibi oğlu Cem (İstanbul'a gelmişti. hepimiz tanımış, sevmiştik) düşmüş, başını vurmuş, beyin kanamasından ölmüş..

Felaketi düşünebiliyor musunuz?.. Kazım'ı düşünebiliyor musunuz?..

Ne planlar yapıyorduk, şimdi hiç hesapta olmayan bir buluşma koydu, hayat önümüze.. Bugün ikindi namazından sonra Levent Camisi'nde..

Ne diyeceğini bilemiyor insan..

Çiçero, Romalı düşünür, ikibin yıl önce "Zamanın azaltmayacağı ve hafifletmeyeceği acı yoktur" demiş..

Evlat acısı, acıların en büyüğü.. Kazım'ın çok zamana, çok sabıra ihtiyacı var..

Emre'ye..
Sevgili Emre Aköz, senin için o minik notu yazarken bu kocaman yanıtın aynen böyle geleceğini adım gibi biliyordum. Biz 40 kişiyiz birbirimizi biliriz. Yanıtın şirin, kendi içinde mantıklı.. Ama en azından ikimiz çok iyi biliyoruz, "Keyif eşekte olur" satırlarının niçin yazıldığını..

Köşe yazarlığına başladığın günden beri yazdıklarını birlikte gözden geçirelim mi?.

Alınganlıkla, üzerine alınmamak ahmaklığı arasında ince bir çizgi vardır. Bir defa alınmaz, iki defa güler geçersin.. Ama devam ederse dokundurmalar, üstelik senin en çok şikayetçi olduğun "İsim vermeden" yanıt verme, tartışma havasında sıklaşırsa..

Sevgili Emre, ne demek istediğimi iyi biliyorsun. Çünkü o yazıları sen yazıyorsun.

"Bu Emre'deki Hıncal takıntısı ne" diye kaç e-mail aldım bilir misin?. Okur da farkında yani..

Dileğim her zaman, dün yaptığın gibi açık yaz. Açık açık tartışalım..

İkincisi.. Mesleğinin duayenlerinden, bu ülkede gazetecilik adına çok ter akıtmış, artık yaşadıklarını ve deneyimlerini siz gençlere anlatanlardan ısrarla "Dinozor" diye söz etmek sana yakışmıyor. Anlattıklarını eleştirmek, tartışmak ayrı, meslek ağabeylerini "Dinozor" diye aşağılamak çok daha ayrı..

Yarın sen de "Ağabey" olacaksın. Yarın sen de genç kuşaklara bugünkü deneyimlerini anlatmak gereği duyacaksın..

Dünya durmuyor Emre..

Karl Osman..
O kadar gazeteyi o kadar hızlı okuyorum ki, aklımda kalmamış.. "Karl Osman" diye bir haberdi..

Osmanlı orduları Viyana önlerine, Malkoçoğlu nam akıncılar Almanya içerlerine dalarlarken, bazı Türkler esir düşerek orada kalmışlar.. Almanlar da onları Almanlaştırmış..

Şimdilerde bu esir, Almanlaşmış Türkler üzerine ciddi araştırmalar yapılıyormuş. Günümüzde adları Karl Osman, ya da Mehmet Franz olanlar, bu Türklerin bilmem kaçıncı kuşaktan torunu oluyormuş..

Araştırmaya göre, ünlü Alman şair yazarı Goethe'nin de bir Türk dededen gelme ihtimali kuvvetliymiş..

Tövbe estağfurullah!..

SEVDİĞİM LAFLAR
"İster başarabileceğinizi, ister başaramayacağınızı düşünüyor olun, haklısınızdır!"

Henry Ford

TEBESSÜM
-Karınızı nasıl çıldırtırsınız?

-Onunla yapmayı hayal ettiğiniz erotik fantezilerinizi anlatıp karınızı yatağa bağlayın.. Sonra da maça gidin!


Haberleri gazete sayfası görüntüsünde okumak için
SABAH e-Medya"ya tıklayın

<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap
Destek Paketi
Sarı Sayfalar
GreenCard


Sizinkiler
TEMA

Copyright © 2003, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır