kapat
10.09.2003
YAZARLAR
ATV
EKONOMİ
limasollu
TÜRKİYE
DÜNYA
POLİTİKA
SPOR
MEDYA
SERİ İLANLAR
METEO
TRAFİK
ŞANS&OYUN
ACİL TEL

GREENCARD

GÖKMEN ÖZDENAK


Tek taraflı bakış açısı

Milli maç arası oldu. Her yer süt liman. Süper Lig bu hafta tekrar başlıyor. Tabii, yine kaos ve tribün terörü olacak. Yine yöneticiler ilk sıralarda görünecek, yine takımların sahada futbolun güzelliklerini ne derece sunduğu arka planda kalacak.

Her zaman "Azınlıktaki seyirci tribüne alınmasın" dedim. "Alınacaksa da yarı yarıya olsun." Bir de tel örgülerin kaldırıp, Avrupa gibi çağdaş bir yapının oluşturulabilmesi konusu var. Ama baktığınız zaman senelerdir bu geyik muhabbeti hep yapılıyor.

Geçen hafta Bizim Stadyum'daydım. Sayın Ali Dürüst, Sayın Nihat Özdemir ve Sayın Mete Düren de vardı. Şöyle bir yoklayayım dedim. Gördüm ki, tribün terörü konusunda samimi değiller. Yaklaşımları kesinlikle dürüstçe değil. Varsa yoksa olayı kendi taraflarına çekebilmenin çabası içindeler. Birlikte olabileceklerine dair bir kıvılcım bile yok. Ve takımları ve taraftarları adına maksimum seviyede sorumsuzca davranarak sinekten yağ çıkarır misali çıkar kavgasına tutuşmuşlar.

Bu sezon misafir takım taraftarına % 5 kontenjan tanındı ve her maçta uygulanacak. Ben, bu düzenlemenin faydalı olacağına inanmıyorum. Psikiyatr bir arkadaşım var; Ayhan Koyuncu. Zaman zaman düşünüyordum. Bir de ona danıştım. Düşündüklerimin aynısını o da söyledi.

O tel kafeslerin içindeki o azınlık taraftarı düşünün. İçlerinde yönetici beslemeleri de var. Bunlar maçla falan değil ya tel örgünün kenarındaki rakip taraftarla veyahut da hakikaten takımı için tezahürat yapmaya gelmiş gerçek taraftarı kızıştırmakla uğraşır.

Savaşta da aynı böyledir. Cesaretli, gözüpek, yürekli askerleri seçip öncü birlik olarak gönderirler. İşte bu taraftar azınlığı da kendisini takımın başarısında bir parça görerek tribündeki yerini alıyor, sonrası da malum. Bunların neler yaptıklarını tribünde görüyoruz.

Her zaman çoğunluk tarafından bakarak eleştiri yapıldı. Ben, tartışırken karşımdakinin yerinden de Gökmen'e bakarak düşünmeye çalışırım. Böylece daha sağlıklı fikir edinebilirim.

Bu konuda da tribündeki o azınlık bireylerinden biri olarak, o kalabalık taraftarla nasıl mücadele edebilirim diye düşündüm. Aynı benim düşündüğümü aynı o azınlık taraftar da düşündü ki, o şekilde davrandı.

İnsanın da kendini koruma içgüdüsü vardır. Her zaman güçlü tarafa karşı kendini koruma amaçlı, aklının yettiği kadar, şartlar ne olursa olsun tedbir almaya çalışır. O azınlık taraftarın yaptığı da zaten bu. Kulübün renklerinin bir parçası, öncü birliği gibi o tel örgülerin içine kapatılmış, isyankar, asi, her çılgınlığı yapabilecek cesareti kendinde bulan, eğitimsiz, çıkacak olaylardan kendisine ne zarar, kulübüne ne şekilde ceza geleceğini umursamadan neferlik vazifelerini koşulları maksimum zorlayarak yapabilmenin uğraşı içindeler.

Bizim Stadyum'da programda bulunan yöneticiler, "Biz bu tür taraftara karşıydık. Sayın vali ve emniyet müdürümüz yüzde 5'lik taraftarı onayladılar" gibi sözler sarfettiler. Demek ki, defalarca birbirlerine kulüplerinde yemekler verip bu konuda samimi toplantılar yapıp birbirlerine sözler vermelerine rağmen en ufak bir ilerleme kaydedilmemiş. O akşam da Bizim Stadyum'da gördüm ki, yine sorumluluktan kaçıyorlar, "Vali ve emniyet müdürü istedi diye biz de kabul ettik" demeye getiriyorlar. Yani bir olay çıkarsa topu üzerlerinden atmış olacaklar. Güya...

Neden bastırmıyorsunuz?
Her konuda ortalığa çıkıp şartları maksimum zorlayarak istediğinizi elde ederken böyle hassas bir konuda "Kulüpler olarak biz bu azınlık taraftarı istemiyoruz. Ne zaman 'Ölmeye, ölmeye geldik' gibi tezahüratlar kalkar, ne zaman gerçekten takımlarını destekleyecek bilinç ve zeka düzeyine geliriz, o zaman kontenjana varız" diyemiyor musunuz?

Sonra da çıkıp, türlü demeçlerle, tekrar tekrar beyanlarla taraftarları olağanüstü geriyorsunuz. Sonuçta sahadaki oynanan futboldan bihaber, zevk, kalite, heyecan gibi duyguları umursamayan kitleler, maç sonrasında gergin, kızgın, hatta kindar taraftar kitleleri olarak, hele yenilmişlerse - ki genelde böyle oluyor - polisle karşı karşıya getiriliyor.

Bütün hafta bu gerginliği yaratanlar televizyon başında olayları seyrederlerken polisin doğal olarak bu kitleleri zaptedebilmek için vurduğu joplar bir hafta gündemde. Sonuç "Suçlu polis" veya "Ne kadar gaddarca jop vuruyor" gibi yorumlar.

8-10 saat ayakta bekletilen ve yorgunluktan bitap düşmüş polisler burada en son suçlanması gerekenlerdir. Tekrar söylüyorum Ben, azınlık taraftarın maça gelmesine kesinlikle karşıyım.

Süreyya Ayhan gerçeği
Bizim medyada akbaba o kadar çok ki, yiyecek bir şey buldukları zaman hemen çörekleniyorlar. Hem de her konuda...

Acaba Avrupalı, atletizmin tükendiği ülkemizde gelip bir araştırma yapsa, "Ya bunlarda atletizm yok, bu kız nereden çıktı" demez mi? Belki de biliyorlardır. Ve Süreyya Ayhan'ın da ülkedeki bitmiş sporda bir yıldız gibi çıkmasını hayretle karşılıyorlardır.

O, yetişme döneminde şartları maksimum zorlayarak çalışma imkanı yarattığı zaman hiç mi ekonomik sıkıntı çekmedi? Beslenmesi, ekonomisi, çalışma ortamının rahatlığıyla yoktan var ederken neredeydiniz?

Bu kızımız Avrupa Şampiyonu olmadan önce bu akbabalar neredeydi?

Süreyya, Çankırı'da doğdu. Olağanüstü fedakarlıklar yapılmasa altyapısıyla, eğitimiyle, gıdasıyla bu konuma gelebilir miydi? Kızımızın büyük fedakarlıklarla yaptığı işini severek, saygı duyarak, çok çalışarak geldiği nokta dünya çapında.

Son Dünya Şampiyonası finalinde son 30 metrede geçilip ikinci oldu. Neye bağladılar? Kadınların her ay yaşadığı özel güne...

Hiç düşünmediler ki, bu kızcağız ilk defa böyle büyük bir koşu yapacak. Bütün bir milletin sorumluluğunu, ilk defa çıkacağı yarış heyecanını, bütün devlet erkanının bulunması sonucu yaşayacağı heyecan sonucunda acaba hangi insan rahatlıkla bir gece önce rahat uyuyabilirdi?

İşte bu gerçeği yaşayarak bilmek lazım. Yoksa ekran başında yahutta bilgisayarın önünde yüzeysel olarak ağır ve haksız eleştiriler yapabilme egoizmini gösteren bu tescilli akbabaların değil yazmaya, düşünmeye bile hakları yok.

Acaba Süreyya'ya sordular mı, "Böyle büyük turnuvadan önce ne yaptın? Heyecanın, bu kadar büyük psikolojik baskıların sende yarattığı arızalar neydi?" diye... Olur mu hiç, sorarlar mı? Zaten geneline baktığınız zaman Fatih Terim'e de, Mustafa Denizli'ye de, Şenol Güneş'e de yapılan aynıları değil miydi?

Benim en fazla kızdığım büyük düşünüyor görüntüsü altındaki bu küçük beyinlerin bir türlü islah edilememesidir.


Haberleri gazete sayfası görüntüsünde okumak için
SABAH e-Medya"ya tıklayın

<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap
Destek Paketi
Sarı Sayfalar
GreenCard


Sizinkiler
TEMA

Copyright © 2003, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır