kapat
10.09.2003
YAZARLAR
ATV
EKONOMİ
limasollu
TÜRKİYE
DÜNYA
POLİTİKA
SPOR
MEDYA
SERİ İLANLAR
METEO
TRAFİK
ŞANS&OYUN
ACİL TEL

GREENCARD

HINCAL ULUÇ


Sınırsız özgürlükler.. Demokrasi.. Avrupa Birliği..

Ben günahım kadar sevmem.. Ama adam Avrupa'nın önde gelen liderlerinden.. Fransa Devlet Başkanı idi.. Şimdi Avrupa Konvansiyonu Başkanı..

Lafı ağzında gevelemeden, açık seçik ve çok net konuşuyor.. Geçen hafta sonu konuştu. Bekledim ki bizim köşelerde yankı bulsun, yorumlansın. Geçiniz, haber olarak dahi minnacık yer aldı..

Bakın ne dedi, Valery Giscard d'Estaing, özetle..

"Türkiye'nin AB üyeliği üzerine kafa yormak, onunla uğraşmak, abesle iştigal.. Türkiye AB'ye asla üye olamaz. Olmamalı da zaten.. Daha gerçekçi bir yaklaşım içinde olmalı, AB ile Türkiye arasında özel ilişkiler üzerine çalışmalıyız. İşte bu olur.. Amerika ile Meksika arasında olduğu gibi.."

Meksika Amerika'nın arka bahçesi ve oyuncağı.. Giscard da böyle bir şey mi istiyor acaba diye düşünmeden edemiyor insan..

Giscard "Avrupa ülkeleri arasında üst düzeyde bir sosyal bütünleşme olacaksa, bu Türkiye ile olmaz" diyor.. Kastettiği büyük ölçüde din ve inanç farkları..

Başkan "Türk halkı da zaten Avrupa Birliği kuralları ve yaşam tarzını hazmedemez. Avrupa Birliği'ne katılma, ülkelerindeki yasal ve sosyal hayatı nasıl kökünden değiştirecek, bunun farkında değiller" diyor..

Fena halde kızdım önce..

Avrupalının Türk'e tipik bakışı bu.. İkinci sınıf insan. Onun standartlarına gelmesi, uyması söz konusu değil. Kullan, ama uzakta tut..

Şimdi tekrar düşünüyorum..

Kızıyorum ama, adam aslında içindeki gerçeği söyleyen ender Avrupalılardan biri..

"Efendim biz sizi içimize almayız. Çünkü sizden çok farklıyız.. İçimize girme çabalarından vaz geçin. Sizinle uygun komşuluk koşullarını tartışalım.."

Peki, bize umut veren, gaz veren "Şunu da yaparsanız, bunu da yaparsanız alırız" diye durmadan uyum (Uymaktan mı geliyor, uyumaktan mı belli değil) paketi ısmarlayanların amacı ne.. Onlar da Giscard gibi düşünmüyorlar mı içten içten.

Olaya böyle bakınca, aslında Giscard'a kızası gelmiyor insanın. O hiç değilse samimi.. Açık konuşuyor.. Ötekiler niye alacakmış gibi yapıp bu yasaları çıkarıyorlar peki..

Bunun sebebini, Yargıtay Başkanı Eraslan Özkaya'nın konuşmasında bulmak mümkün..

"Demokratlaşıyoruz" adı altında sınırsız özgürlükler tanımak, genç Türkiye Cumhuriyeti için henüz erken, bazı yasaları geçirmek, çok tehlikeli sonuçlar verebilir..

Başkan bunların birini işaret etti.. Laik devlet yıkılıp, yerine teokratik bir din devleti gelebilir..

Üniter devlet yıkılıp, yerine bölünmüş devletler kurulabilir.. Doğuda, merkeze çok hafif bağlarla bağlı etnik esas üzerine eyaletler, hatta, ayrılmış, kopmuş yeni devletler..

Madem demokrasi.. Madem sandıktan çıkan halkın oyuna hiçbir sınırlama olmadan bağlılık.. O zaman, kralcı, halifeci partiler niye kurulmasın?.. Bölgesel ayrımcılık güden siyasal kuruluşlar neden ayrılığı sandıkta aramasınlar?..

Valery Giscard d'Estaing'in kastettiği "Hazmetmesi zor ve farkında olunmayan sosyal ve yasal değişim" bunlar değil mi?.

Giscard "Bizden değilsiniz, uzak durun" diyor, açıkça.. "İçimize girerseniz siz bize zarar verirsiniz, biz de size.. Girmeyin. Giremezsiniz zaten, almayız. Gelin iyi komşu olalım."

Ötekiler durmadan umut verip yeni yasalara zorluyorlar. Alacaklarından değil. Avrupa'nın dibinde bu kadar güçlü bir devlet istemediklerinden.. Bölünmüş, çağın gerisine düşmüş bir Türkiye onlar için çok kolay lokma olacak da ondan..

İstedikleri yasaların henüz hazmedilemeyeceğini biliyor, genç Türkiye Cumhuriyeti'ni nasıl zayıf düşüreceğini görebiliyorlar.

Türkiye ve Avrupa Birliği ilişkileri çok derin bir konu.. Çok iyi düşünmek gerek.. Hem de çok iyi düşünmek..

Özkan'la Kaç Para'ya alkış..
Yıllar yıllar önce.. İlk defa Amerika'dayım.. Bir hafta falan kalacağız. Hergün belli saatte ekran başına geçtiğime dikkat eden kayınpeder birgün dayanamadı, "Yahu Hıncal sen buraya televizyon seyretmeye mi geldin" deyiverdi..

İlk defa Amerika'dayım.. Amerika'da görülecek binlerce şey beni bekliyor. Vaktim kısa ve onun bir bölümünü ekran başında geçiriyorum. Adam haklı.. Ama ben de haklıyım.. TV yarışmaları benim için hobi.. Amerikan televizyonları yarışma cenneti. Müthiş şeyler var, çeşitli kanallarda.. Üçüncü gün beni hala tiryaki edene yakalandım. Amerika da tiryaki zaten. En uzun ömürlü yarışma bu..

The Price is Right..

Fiat tahmini üzerine kurulu binbir çeşit oyun.. Oyunlar güzel.. Ödüller akıllara durgunluk verici..

"Türkiye'de yapmalıyız. Ben sunmalıyım" dediğimde daha özel TV'ler yoktu.

Sonra bizde de ekran zenginliği başladı. Vallahi unuttum, The Price is Right'ı da getirdi kanalların biri.. İnanır mısınız bana teklif ettiler.. Gittik, konuştuk. Denemelere başladık. Ama benim çalışma saatlerime uymadı bir. Bizde kurulan dekorlar, hazırlanan oyunlar, Amerika'dan aklımda kalanlarla öpüşmedi iki.. Çekildim.. Metin Serezli başladı.. Ama ucuz etin yahnisi olmadı, dünyanın en güzel yarışması kayboldu gitti.

Bu sezon başlarken bir baktım..

Aaaa..

atv almış yarışmayı.. Özkan Uğur'a vermiş. Pazartesi akşamüzeri nasıl heyecanla oturdum ekran başına..

Olmuş.. Bu defa olmuş.. Bir defa Özkan harika olmuş.. Adam sanki sunucu olmak için doğmuş.. Yarışmacıları etkilemeden, şaşırtmadan, yanıltmadan nasıl renk katıyor.. "Özkan şov" yapacağım diye de ritmi tempoyu asla düşürmüyor..

Işık iyi.. Dekor iyi.. Oyunlar iyi.. Ödüller iyi..

İlk, daha birinci gün ile ilgili eleştirilerim, detaysal..

O Rus revü gurubuna hiç ihtiyaç yok. Yarışma çılgın seyirci görüntüleri ile başlamalı.. O seyirci ile de çok prova yapılmalı. Yarışmanın asıl çarpıcı yanı, bu seyirci coşkusunun ekrana yansıması. Amerika'da seyirciyi hazırlayan özel yönetmenler var.

Yarışmadan kopuk revü yerine, çok bol yarışma hostesi, çok cazip kılıklarla kullanılmalı.

Finalde dönen çark önemli.. Her zaman "100"den başlaması unutulmamalı.

Özkan'la Kaç Para, prime time yarışması olabilir ve Türkiye'nin efsane yarışmalarını yenebilir.

atv'yi, (Bir yıldırım hızı ile geçirildikleri için adlarını okuyamadığım) ekibi, hele hele Özkan'ı da yürekten kutluyorum.

Gölgede sabırla duranlar..
Geçen yıl bu zamanlar, dayanılması güç bir ekonomik kriz içindeki Sabah, bir de bölünmüş, Sabah'ı Sabah yapan o dev kadronun neredeyse tamamına yakınını kaybetmişti.

O sabahı hatırlıyorum.. Kalanlar, ertesi gün gazetenin çıkacağından bile şüpheliydiler. Çıksa da satılacağından..

Bugün, aradan geçen bir yıl sonra, Sabah yıkılmak, kapanmak bir yana, tirajını neredeyse katladı. Artış gayet sağlıklı bir şekilde devam ediyor..

Bu nasıl başarıldı?..

Sebeblerden biri elinizdeki gazete.. Ergun Babahan ve arkadaşları Sabah başlığının tepesinde yazılı duran "Türkiye'nin en iyi gazetesi"ni yapmayı o koşullarda bile sürdürdüler..

İkincisi.. Bence asıl önemlisi Yıldırım Ünverdi'nin eşsiz bilgisi, deneyimi ve Ömer Erdem'in genç ve dinamik yönetiminin birleşmesi ile oluşan dağıtım gücü..

Bakın, dağıtım iyi işlemezse, dünyanın en iyi gazetesini yaparsınız ve kendiniz okursunuz..

Biz Erkekçe diye harika bir dergi yaptık, 22 yıl önce.. Ama onu 150 bin satan Yıldırım'dı.. Koku alıyor, hissediyordu adeta.. Genlerinde vardı dağıtımcılık..

Sabah bölündüğü zaman bir gün içinde kuruldu, Merkez Dağıtım.. Bir mucizeydi yapılanlar.

Ben Paris'ten döndüğüm günlerde bir yaşlarını kutladılar. Aralarında olamadım.

Ama kalbim hep onlarla..

Hep gölgede duran bu kahramanların başarıdaki paylarının aslında "Aslan" olduğunu bilecek kadar yöneticilik yaptım çünkü..

Gazetemi ve beni hergün sayıları artan sizlere ulaştıran arkadaşlara bir kere daha teşekkür ve tebriklerimle..

34 A 5652!..
Önceki sabah.. Gazeteye geliyorum.. Köprü çıkış şeridi boş.. Her şey düzenli gider gibi.. Ama uyanıklar ille var..

34 M 0479 plakalı minibüs sağa dalıyor. En uyanık şoförler bu minibüsçüler. İstanbul'u dağ başı kabul ediyor ve bir sefer daha yapabilmek için her türlü kuralı ayaklar altına alıyorlar. Bu da daldı, ama dalar dalmaz da ilerideki polisi gördü. Ani hızla tekrar sola saldırdı. Tam üzerimize.. Yani ya kaza olacak, ya maraza çıkacak.

Bu ne iştir?.. Polisin burnunun dibinde bir savaş var. Polis orada, ama orada değil..

Dün sabah.. Bu defa sağ şerit vızır vızır işliyor.. 34 A 5652 plakalı ekip arabası orada.. Yolun kenarında bir polis var, kavşağın içinde de bir polis var üstelik. Suç polisin gözü önünde işleniyor ve ben kahroluyorum gene..

Köprü çıkış şeridine çıkanları köprüye gönderme uygulaması vardı, çok etkili.. Vaz geçilmiş.. Trafik polisim gözleri önünde işlenen suça seyirci.. Bir mavi araba vardı, tam önünde durdu. Sola giremiyor çünkü. Sırasını sabırla bekleyen vatandaş yol vermiyor, haklı olarak. Benim polisim geldi, uyanığa yol açtı, kurallara uyanı durdurarak, Allah sizi inandırsın..

Buyrun burdan yakın..Buyrun bu kentte trafiği düzeltin..

Kıtlık!..
Allah Tuğba Özay'dan razı olsun.. İyi ki var.. Her hafta sonu tam beş dergi onun sayesinde çıkıyor, tam beş derginin çalışanları onun sayesinde ekmek yiyorlar..

Yahu olacak şey mi?..

Bu ülkede Tuğba'dan başka resmi çekilecek kalmadı mı?.. Her hafta birinde, bu hafta mesela ikisinde birden kapak..

Hadi müthiş bir dizinin oyuncusu olur, herkes hep merak eder, tamam.. Tuğba senede iki defile, üç tanıtıma çıkan bir manken hepsi o.. Ama hep onun resimleri.. Çünkü onu çekmek kolay.

"Gel" diyorlar, geliyor. "Soyun" diyorlar soyunuyor.. Kim uğraşacak başkası ile..

Kızın görülmedik bir G Noktası kalmış.. Hala onun resimleri.. Ve de ne ucuz resimler.. Mayo giydirip bacakları yana açtırdın mi erotik resim olur sanıyorlar. Erotizm sanattır. Bunlar ucuz resimler..

Konuşmaları da kızın ağzından biri yazıyorsa şaşmam. Nasıl anlamsız, nasıl şişirme, nasıl palavra laflar bunlar.

Kullanılan kağıda, kullanılan teknolojiye bakın.. Bir de bu yazılara, fotoğraflara..

Yazık..

Ucuzun, kolayın satışı da olmuyor tabii.. Birini alan hepsini, bir hafta alan, neredeyse tüm yılı almış gibi olunca, niye alsın ki..

Farklı olmak için uğraşan, kafa yoran, cesaret eden, asıl önemlisi yorulan yok.

Masanda otur.. Telefon et.

"Gel Tuğba.. Soyun Tuğba.. Bacaklarını aç Tuğba.. Dergiyi sat Tuğba.."

Yok yahu!..

SEVDİĞİM LAFLAR
Şartlar her zaman sizin kontrolünüzde değildir, ama düşüncelerinizi kontrol edebilirsiniz.

Charles Popplestone

BİZİM DUVAR
Saddam iskambil destesinin maça ası.

Ortalarda görünmediğine göre sıkmıyor maçası!

(Ünal Turgut)

TEBESSÜM
Mısır hükümeti Kızıldeniz'in altına tüp geçit yapmak için ihale açar. İhaleye İngiltere'den, Amerika'dan, Japonya'dan ve Türkiye'den de Temel'in firması olmak üzere birer firma katılır. Firmaları teker teker mülakata çağırırlar ve teknik bilgi isterler.

İngiliz firması

- Biz iki taraftan da eşzamanlı olarak tüneli kazmaya baslarız ve denizin altında tam ortada buluşuruz. Tüneller arasında maksimum 1 metre bir fark olur. 30 metre enindeki tünelde de 1 metreyi rahatlıkla düzeltiriz der.

Amerikan firması

- Biz de iki taraftan kazmaya başlarız ve tam ortada buluşuruz; maksimum 50cm fark olur der.

Japon firması

- Biz iki taraftan kazmaya başlarız ve tam ortada buluşuruz. Maksimum20cm fark olur der. Sıra bizim Temel'e gelir.

Temel

- Valla biz de iki taraftan kazmaya başlarız. Ortada buluştuk buluştuk, buluşamadık iki tüneliniz olur der.


Haberleri gazete sayfası görüntüsünde okumak için
SABAH e-Medya"ya tıklayın

<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap
Destek Paketi
Sarı Sayfalar
GreenCard


Sizinkiler
TEMA

Copyright © 2003, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır