|
|
İLKER SARIER
Medyanın kara kutuları
Türk medyası, Tanzimat aydınını bile solladı.Halk, işsizlik ve pahalılıkla gırtlak gırtlağa boğuşurken; eğitime bütçeden ayrılan para Zimbabve'nin bile altına düşmüşken; sağlığa ayrılan para ise Amerika'nın fareler üzerinde yaptığı deney masraflarından daha az iken,
Güzide medyamız 28 Şubat'ta hangi komutanın kimin yakasına yapıştığını tartışıyorlar.
Çevik Bir, komutanı Karadayı'nın yakasına yapışmış!..
Ben, İstanbul gazetecilerine nazaran Ankara gazetecilerinin, medyanın "kara kutuları" olduğuna inandığımdan, ülkenin zirveleri ile ilgili yazı ve haberleri hep ihtiyatla karşılarım.
İki komutanın da hemen ertesi gün "Böyle bir şey olmadı, olması da mümkün değildir" diye açıklama yapmaları da o kadar önemli değil...
Önemli olan şu
28 Şubat'ta veya daha öncelerinde, Türk medyasının hangi dürtü ve sebeplerle nasıl bir duruş sergilediği bugün hala samimiyetle tartışılamıyor, tartışılamaz da kolay kolay...
Türkiye'nin ne "güçler dengesi" buna izin verir, ne de güç zihniyetleri!
Öte yandan, Türk medyası bugün de "antidemokratik" bir rüzgara göğüs gerecek ne anlayışa ne de halk desteğine sahip. Tam tersi, ülkede halk desteğine en fazla sahip olan kurum Silahlı Kuvvetler.
Ben ömrüm oldukça şunu bekleyeceğim
Bakalım kim çıkacak da, "28 Şubat'ta medya olarak biz de aslan gibi esas duruş göstermiştik" diyecek.
Kabul etmek de az ilerleme sayılmaz.
Fakat ne mümkün?
O dönemin baş aktörlerinden bir gazetenin sahibi, göğsünü gere gere hala "biz devletin gazetesiyiz" diyebiliyor. Genel yayın yönetmeni de "derin devlet olmadan olmaz" diyebiliyor. Onlara soran varmış gibi!..
O zaman, "komutan komutanın yakasına yapıştı" dizileri ne anlama geliyor?
Bana ne? Çok ilgimi çekse, o gece, Çevik Bir'in musakkanın yanında pilav yiyip yemediğini de merak ederdim.
Netice itibariyle, sansasyondur bütün bunlar, tiraj kovalamaya matuftur, "politik dedikodu"dan öteye geçmez.
Ben mi ne düşünüyorum 28 Şubat hakkında?
Bütün askeri müdahalelere karşıyım.
28 Şubat, olmayabilirdi. Ama oldu.
Türk medyası da buna karşı çıkamazdı. Sıkardı biraz!
Yine olsa yine karşı çıkamaz!
Böyle başa böyle traş!..
Böyle demokrasiye böyle ayar!
Bir valinin ölümü
Recep Yazıcıoğlu öldü. Allah rahmet eylesin...
Ağlamaktan bizim medyanın gözleri şişti. Çünkü ölenin arkasından dövünmeyi severiz.
Aynı adam, kızağa alındığında "unutulmuştu" ama...
Çünkü o dönemde çok meşguldük, Ankara'da "holding avantaları" kovalıyorduk, kusurumuza bakmayın!..
Öldükten sonra hakkını verdik ya, o da bir şey...
Şimdi palavraları bir yana bırakıp gerçeği konuşalım
Yazıcıoğlu, Türkiye'de herhalde bir "devrim"e imza atmış falan değildi...
Öteki valilerden farkı, halkla bütünleşmesi, vatandaşa kulak vermesi ve düşündüklerini yutkunmadan söyleyebilmesiydi. Cesur yüreği idi öne çıkan!
Su kayağı yapması önemli değildi ama "duruşuyla" ortaya koyduğu en büyük gerçek şuydu
"O, bürokrasi tarafından en fazla ezilmiş bir bürokrattı!"
Ve ne yazık ki sonunda, yine Ankara'ya dert anlatmaya giderken ölecekti.
Haberleri gazete sayfası görüntüsünde okumak için
SABAH e-Medya"ya
tıklayın
|
|
|
|