kapat
29.07.2003
YAZARLAR
ATV
EKONOMİ


TÜRKİYE
DÜNYA
POLİTİKA
SPOR
MEDYA
SERİ İLANLAR
METEO
TRAFİK
ŞANS&OYUN
ACİL TEL

EMRE AKÖZ


'Atatürk Sineması' olur mu?

Atatürk Orman Çiftliği'nin şarabını bilir misiniz? Doğrusunu isterseniz ben pek bilmem. Bir kere içtim. Fena değildi. Ama ısrarla arayacak kadar beğenmedim.

Ancak bazı arkadaşlarım AOÇ şarabına bayılır. Bir ara Ankara'dan koli koli getirip şişeleri aralarında bölüşürlerdi. Yani düşkünleri çoktur bu şarabın.

Bazı kesimler devletin süt, peynir, rakı filan üretmesini doğru bulmaz. Derler ki "Bırakın bunları özel sektör üretsin. Devlet ise denetlesin. Vatandaş adına adamın işini düzgün yapıp yapmadığına göz kulak olsun."

Ben de bu fikirdeyim. Devlet niye sigara üretiyor, şarap üretiyor? Ne gereği var? Üstelik bu kuruluşlar zarar ettiğinde bizim vergilerimizle ayakta tutuluyor. Halbuki özel sektör olsa gereğini yapar, ayağını yorganına göre uzatır.

Ama ne çare! Bizim ülkemiz böyle. Kamu İktisadi Teşebbüsleri bir kere kurulmuş. Burada binlerce insan çalışıyor. Ha deyince bunları tasfiye etmek mümkün değil. Daha bir süre böyle devam edecek. Yani şu anda devlet şarap üretmeyi sürdürecek.

Soracaksınız "Bunları niye söylüyorsun? Zaten biliyoruz böyle olduğunu."

****

Hah! Ben de lafı oraya getireceğim. Haberi okudunuz mu? Dünkü Sabah'ta vardı; Ankara'dan Şamil Tayyar yazmış...

Efendim Ankara Belediyesi, Atatürk Kültür Merkezi'ne bir konser salonu yapmak istemiş. Kültür ve Turizm Bakanı Erkan Mumcu, "Salon tek kalırsa kimse gelmez. Gelin şuna sinema, alışveriş merkezi ve lokanta da ekleyelim... Yap-işlet-devret sistemiyle kurulabilir" demiş. Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik de bunu uygun bulmuş.

Haberi okumayanlar, "Eee, ne var bunda, gayet güzel bir proje. Hemen başlasın" diyecektir. Değil mi? Normali budur çünkü!

Ne gezer... Burası Türkiye. Mutlaka itiraz edecek birileri çıkar. Peki bu akıllıca projeye kim karşı çıkmış dersiniz? Cevap Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer! Niye mi? Demiş ki "Atatürk adının lokanta, sinema gibi bir işletmeyle yan yana gelmesine izin vermem."

Komediye bakar mısınız? Muhafazakar, hatta tutucu diye tanıtılan AKP'liler projeden yana... Ama bazılarının ilerici ve demokrat "sandığı" Cumhurbaşkanı karşı.

****

İşte yazıya AOÇ şarabıyla girmemin sebebi de bu... Atatürk'ün adıyla şarap bir araya geliyor, kimse ona laf etmiyor ama lokanta ve sinema gelmiyor. O Atatürk ki Çankaya'daki sofrası pek ünlüdür... O Atatürk ki (burada da yazmıştım) Şarlo filmlerine bayılırdı...

Hepimiz biliriz Atatürk kültüre ve sanata büyük önem verirdi. İnsanların evden çıkmasını, toplumsal etkinliklere katılmasını arzulardı. Fotoğraflar şahittir Kendisi plaja gidip halkla birlikte yüzerdi. Kadınları balolarda dansa kaldırırdı.

Atatürk çağının ilerisindeydi... Günümüzün bazı Atatürkçüleri ise gerisinde, hem de epey gerisinde!

Not Başlıktaki 'Atatürk Sineması' lafına takılmayın. O yazının gelgeli! Söz konusu projedeki sinemaya ve lokantaya başka, uygun bir ad bulursunuz olur biter.

Yiğitliğin onda dokuzu...
Hani hemen her sayfası ilginç bilgi ve yorumlarla dolu kitaplar vardır. İlk çıktığında es geçtiğim ama hoş bir tesadüf sonucu son günlerde okumaya başladığım, 'İnsanlığın Mahrem Tarihi' de bunlardan biri.

2003'te üçüncü baskısı (Ayrıntı Yay.) yapılan kitapta, yazar Theodore Zeldin aşkları, tutkuları, hataları, umutları ile 'insanı' ele alıyor. Dediğim gibi kitabın her sayfasında şaşırtıcı veriler, ilginç anekdotlar, 'hiç bu açıdan düşünmemiştim' dedirten yorumlar var.

Örneğin 'gündelik hayatın sorunlarından kaçma' konusu... Hemen hepimiz yarı azar, yarı nasihat olarak bunu birilerinden işitmişizdir "Kaçma. Savaşı bırakma. Sorunların üstüne git."

Halbuki Zeldin'in andığı bilim adamı Henri Laborit hiç öyle düşünmüyor. "Sorunlardan kaçmak da, sorunların üzerine gitmek kadar geçerli bir kendini koruma stratejisidir" diyor.

Diyelim ki işyerinizde size sorunlar yaratan bir meslektaşınız var. Bu durumda ne yapacaksınız? Kaçacak mısınız, yoksa onunla didişecek misiniz?

Bakın Laborit olaya hangi açıdan bakıyor Yüzleşmek... Meydan okumaya yine meydan okumayla cevap vermek... Yani savaşı kabul etmek, insanın bağımsızlığını elinden alır. Kazansanız da, kaybetseniz de strese girersiniz. Çünkü bir tahakküm düzeni oluşur. Galip gelen hakimiyetini devam ettirmek için uğraşmaya başlar. Bu da müthiş bir gerilim yaratır.

Peki ya kaçanlar? Laborit yüzleşmeden kaçanların stresten de uzaklaştığını öne sürüyor. Hatta bunu farelerde yaptığı deneylerle de ispatlamaya çalışmış. Deney ortamında belli miktarda acıdan kaçan farelerin kan basıncı bir hafta sonra normal düzeyine iniyor. Buna karşılık aynı miktarda acı çekmesine rağmen kaçamayan farelerin kan basıncı bir ay sonra dahi yüksekliğini koruyor.

Hadi buyrun bakalım! Modern toplum bize gündelik sorunlarla baş etmeyi vaaz ediyor. "Sakın kaçma, diren" diyor. Böyle yapanların, yılmayanların başarı hikayelerini anlatıyor "Onlar geri çekilmediği için sonunda galip geldi..."

Ama bir başka açıdan bakıldığında kaçmak, yüzleşmemek, ricat etmek de son derece mantıklı ve pratik bir yol. Ve daha az stresli!

İlginç bir bakış açısı değil mi?

Eyvah, yine Tuncay sorunu!
Dünyada pek az futbolcu farklı bölgelerde aynı ölçüde başarılı olur. Genellikle 'en iyi' olduğu 'bir' alan vardır. Örneğin Tuncay... 'Görev adamı' değil o... Serbest bırakılınca 100'de 100 randıman veriyor. Ama belli bir bölgeye hapsedildiğinde randımanı küt diye düşüyor. F.Bahçe'nin eski hocası Lorant, Tuncay'ın bu özelliğinden faydalanamadı. Sağda oynattı olmadı, solda oynattı olmadı. Halbuki Tuncay o sırada Ümit Milli Takım'da harikalar yaratıyordu. Hazırlık maçlarına bakıyorum da Aynı hatayı Daum yapıyor.


Haberleri gazete sayfası görüntüsünde okumak için
SABAH e-Medya"ya tıklayın

<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap


Sarı Sayfalar


Sizinkiler
TEMA

Copyright © 2002, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır