Bu kurdu, bu korudu, bu batırdı
Birinci nesil şirketi kurar. İkinci nesil korur. Üçüncü nesil har vurur harman savurur.
Bu sözler gelişmekte olan ekonomilerin bel kemiği olan aile şirketleri ile ilgili olarak söylendi.
İstatistikler bu değerlendirmenin doğruluğunu kanıtlıyor: Üçüncü nesilden sonra aile şirketlerinin yüzde 15'ten az bir oranı aile kontrolünde kalıyor.
Türkiye'de, devlet sektörü dışında, neredeyse bütün şirketler aile şirketidir. Türkiye'de batılı anlamda halka açık şirket yok denecek kadar azdır. Şirketlerin borsada kote olmalarıf hisselerinin yüzde 20 kadarının borsada alınıp satıldığı anlamına gelir, o kadar. Uygulamada borsadaki şirketler, halka hiç açılmamış şirketler kadar, onlara sahip olan ailelerin kontrolü altındadır.
Halka açık şirketlerin toplam sermayesi ülkenin Gayri Safi Milli Hasılasına (GSMH) oranı yüzde 30 civarındadır. Bu oran 1999'da Avrupa'da yüzde 115 ve ADB'de yüzde 164 idi.
Başka ülkelerin deneyimleri bizimkine benzeyen ekonomik krizler yaşadıktan sonra enflasyonu indiren, ekonomiyi dış rekabete açan ve yabancıların şirket almasını kolaylaştıran ülkelerde aile şirketlerinin büyük bir aşınma yaşadığını gösteriyor.
Sermayenin kıt olduğu, sermaye piyasasının güdük olduğu, finansman enstrümanları gelişmemiş, profesyonel yöneticiliğin köklü olmadığı ülkelerde aile şirketleri zamanla kendilerini bir çıkmaz sokağın içinde buluyor.
Bu şirketleri bekleyen tehlike, iş hayatından çekilmek veya yabancı alıcı avı haline gelmektir.
Aile şirketlerinin toplam cirodaki payı Meksika'da 1994'te yüzde 71'den 1999'da yüzde 57'ye indi. Venezuela'da aynı yıllar aile şirketlerinin cirosu yüzde 52'den yüzde 34'e düştü.
Yabancı alımlarının en yoğun yaşandığı sahalardan biri bankacılıktır. Güney Amerika'da geçtiğimiz 10 yıl içerisinde yabancı bankaların sektördeki payı yüzde 8'den yüzde 27'ye çıktı. Meksika'da sıfırdan yüzde 54'e yükseldi.
Çok uluslu şirketler genellikle bir ürüne yoğundurlar, güçlü yönetim tekniklerine sahiptirler, bol sermayeleri ve ucuz krediye ulaşabilme olanakları var. Bu gerçek Türkiye için olduğu kadar Güneydoğu Asya ve Güney Amerika şirketleri için de geçerli.
Genellikle ekonominin en zayıf olduğu noktada açılan kapılardan içeri giren çok uluslu şirketlerin rekabetine aile şirketlerinin dayanabilmesi zordur.
Türkiye bu gelişmenin içerisine girmiş durumdadır. Fruko'nun Pepsi (PBG), Kent Gıda'nın Cadbury Schweppes tarafından satın alınması, sayınları artmaya başlayan yabancı satın almalarının sadece son iki örneğidir. Ekonomi dengeye otururken bu sayıların baş döndürücü bir oranda arttığını göreceğiz.
Tabii, aile şirketleri korumasız değildir. Çabuk karar alabilme yetenekleri, mahalli koşulları çok iyi bilmeleri, siyasilerle olan ilişkileri büyük bir avantajdır. Ancak dış rekabet arttıkça bunların değeri azalmaktadır.
Gene uluslararası deneyimlerden, kendini yeni duruma en iyi adapte eden aile şirketlerinin canlı ve güçlü olarak yola devam ettiklerini öğreniyoruz. Ne yapılacağı konusunda denenmiş ve başarılı olmuş yöntemler vardır.
Avrupa'da ve Amerika'da dört, beş ve hatta altı nesil aynı ailenin elinde olan şirketler vardır.
İrade nerede ise çözüm oradadır.