İnternette "kapı kapı dolaşan" öyküler var. "Özlü" öyküler, kıssadan hisseler, anekdotlar...
Kimisi öyle beğeniliyor ki, her mektuplaşma listesine giriyor, herkes "derin" anlamlar çıkarıyor.
Ama eminim ki, basit benzeştirmeler üzerine kurulu zekâ pırıltılarına ve duyarlılık sömürüsüne kapılmadan yirmi saniye durup düşünülse, bu şöhretli öykülerin ömrü pek kısa sürecek...
Çünkü bu öykülerin ilk anda insanı yakalayan zekâ gösterilerinin altında saçmalığın bini bir para!
Bunlar arasında internetteki dolaşım ömrü çok uzun olan birini, baktım bir gazeteci arkadaşımız pazar köşesine almış; üstelik nasıl oluyorsa, sevgi üzerine "anlamlı" sonuçlar çıkarmayı da başarmış!!!
Okuyunca donup kaldım.
Öykümüz şöyle...
Tanınmış bir konferansçı, konuşmasına 20 dolarlık bir banknotu göstererek başlamış. Salondaki iki yüz kişiye dönüp sormuş, "bu parayı kim ister?"
Eller kalkmış elbette.
Sonra konuşmacı şaşkın bakışlar altında elinde buruşturmuş, buruşturmuş ve "hâlâ bu parayı isteyen var mı?" diye sormuş.
Yine eller havaya kalkmış; herkes istiyormuş parayı.
Konuşmacı bu kez 20 doları alıp yere atmış, toz içindeki zeminde ezmiş, üstünde tepinmiş. Para paraya pek benzemiyormuş artık, ama kimsenin eli aşağı inmemiş.
Gördüğü tablo karşısında konuşmacı şöyle demiş: Belki farkında değilsiniz ama, bugün burada çok önemli bir şey öğrendiniz! Burada paraya yaptığım hiçbir şeye aldırmadınız. Gerçek şu ki, onu her durumda istiyorsunuz. Çünkü benim yaptığım şeyler onun değerini düşürmedi, o hâlâ 20 dolar.
Bir gün herkes 20 doların başına gelenlerle karşılaşabilir. Ezilip, yıpratılır, buruşturulup bir kenara atılabilir. Ama dışardan gelen hiçbir darbe, var olan değerleri değiştirmeye yetmez...