Aceleyle otomobile atladığımız sırada 75 yıllık yaşamını Seddulbahir Köyü'nde geçirmiş sevgili dostumuz Vahide Hanım'a rastladık.
"Hayrola? Nereye böyle telaşla?" diye sorduğunda, "Gökçeada!" dedik. "Ben oraya hiç gitmedim, sizinle geleyim mi" deyince sanki dünyalar bizim oldu. Olduğu gibi, terlik ve şalvarıyla hemen arkaya atladı ve araba vapuruna son araba olarak bindik. Üçümüzde bir heyecan bir heyecan... İlk olarak göreceğimiz bir yer... Püfür püfür esen rüzgar saç diplerimi yalayıp yalayıp kaçıyor... Gökçeada'ya çıktığımızda boylu boyunca bir tur attık. Dönüşte sol tarafta "Bademli" yol işaretini görür görmez dar yoldan dağa tırmanmaya başladık. Karşıma başka bir araba çıkarsa nasıl manevra yaparım diye endişelenirken birdenbire kendimizi film setlerinden çok daha güzel bir köyün dar sokaklarında bulduk.
Park ettikten sonra yürüdüğümüzde herhalde dünyanın en mükemmel, asırlık çınar ağacı boydan boya açtığı bol yapraklı kollarıyla "hoşgeldiniz, bu güneşte kavrulacaksınız, buyrun gölgeme!" dedi. Bu daveti kabul edip serinledikten sonra biraz ileride eskiden kalma kalıntılar gözüme ilişti.
Burası henüz tam kazılmamış bir harabe görüntüsündeydi ve arkeolog olmayan gözün pek kestiremeyeceği köşelerle doluydu.
İşte tam o sırada yüksek sesli konuşmalarından Ankara'daki büyük üniversitelerimizin birinden geldikleri belli olan, beyaz şortu, t-shirt'ü ve sakız gibi beyaz beyzbol şapkasıyla güneşten korunan tarih ve arkeoloji profesörü ve 4 öğrencisinin aynı kalıntıya geldiklerini farkettik. Önde Haluk, sonra ben, sonra Vahide Hanım etrafa bakadururken ben, öğrencilerine izahat vermekle meşgul olan hocaya sol taraftaki havuz gibi çıkıntıların ne olabileceğini düşündüğünü sordum. Hoca "sanırım şarap kanalları, burada muhakkak şarap imal ediyorlardı" dedi.
İşte tam o esnada, sevgili dostum Vahide Hanım atıldı, "Ne şarabı? Bunlar zeytinyağ kanalları yahu! İşte, şurada ezilir, burada süzülür, tam burada da toplanırdı!" diye bizlere bir ders verdi! Tam 'yurdum insanı', tam 'bu ülke için seve seve!' manzarası!
Dün Haluk, öğrencileriyle gezmeye gittiği Sütlüce'deki Rahmi Koç Deniz Müzesi'ni gezerken "Bademli" tanımlı zeytin presi gördüğünü anlatınca, aklıma bu hikâye geldi, sizlerle paylaşmak istedim.