Her iki hikâyede -dikkatinizi çekmiştir- ortak bir açı var...
Sen kendine inan, insan olarak yapabildiğini yap, ondan sonra Allah'a yakar.
Elimde kurşun kalem Ortaköy viyadüklerine bakarken 4,8'lik deprem oldu...
Ben yine "Allah" dedim!
Yıllar önceki papaz hikâyesi de hafızanın derinliğinden böylece çıktı!
Benim çalışma masamdan bakınca manzara, Ortaköy viyadükleri...
Hani Prof. Işıkara'nın "kuvvetlendirilmesi şart" listesinde, birinci sırada saydığı viyadük.
Üzerinden vızır vızır 24 saat otomobil geçen "riskli" viyadük!
Ne yaptık?
Hiç!
Taşıyıcı kolonlarda en ufak bir çalışma yok!
Açıkçası, insanın devlete güveni sarsılıyor.
Buradan Maliye Bakanı Sümer Oral'a soruyorum...
Türkiye Cumhuriyeti'nin köprüye giden viyadükü depremde yıkılmayacak şekilde destekleyecek parayı bulacak gücü...
Herhalde vardır!
Işıkara sayıyor...
Viyadükler, kamu hastaneleri, okullar, stadyumlar!
Bunlara boşverilemez!
Ankara'nın politik çarkları öyle bir dönüyor ki...
Türkiye trilyonlar harcayıp hiç uçak inmeyen havaalanları inşa ediyor... (Uşak, 2 trilyon 986 milyar TL; Isparta Süleyman Demirel, 15 trilyon 240 milyar TL; Sinop, 1 trilyon 373 milyar TL; Zonguldak Çaycuma, 3 trilyon 550 milyar TL...)
Sonra viyadük için kaynak bulamıyor.
Eğer bu onarımlar, destek çalışmaları başlamadan deprem olursa...
Vebali ne olur?!
Depremin ne zaman olacağını bilmiyoruz;
Ama keşke Ankara'dan...
Depreme dayanıklı hale getirme çalışmaları bugün itibarıyla başladı haberini, yarından tezi yok, duysak.
Yok eğer Ankara'nın umrunda değilse -ki şu ana kadarki manzara öyle gibi- bu boşvermişliğin "argo" tabiri...
"Size belediye baksın!"
Ve İstanbul konusunda bu son derece doğru bir tercih olabilir...
Ankara bakamıyorsa..
Bize belediye baksın, gerçekten, yetkiyi devredin...
Çok daha iyi bakacaktır!