ODTÜ-DER'den ÖL-DER'e...
Ölü Devrimciler Derneği ÖL-DER, Bakan Kemal Derviş'in konuşması vesilesiyle ODTÜ'de ciddi bir beyanatta bulundu:
"Emekçi halkımızla devrim yapacağız!"
Emekçi halka, "öğrenciler sizi çağırıyor, daha ne oturuyorsunuz" diye haber vermek için yazmıyorum.
ODTÜ-DER zamanında orada bulunmuş bir "emekli devrimci" olarak bu devrimci arkadaşların anne babalarına seslenmek istiyorum.
Arkadaşlara değil, çünkü biliyorum beni dinlemezler.
30 yıl sonra, "onları" yine "aynı yerde" görmek dehşet vericiydi.
Aslında "aynı yerde" bile değiller.
Bizim dönemde, en azından devrimcilik yükseliyordu veya farzedelim "moda"ydı.
Fakat dünya çok değişti ve adına "devrimcilik" denilen "tarikat" artık demode oldu.
Gençlik, heyecan ve ataklıkla örtüşür ama demodelikle örtüşmez!
Halefler, seleflerden hiçbir şey öğrenmemişse, bu "saf"lığı, sadece gençlik heyecanı ve atakla izah edemezsiniz.
Biliyorum, Türk solu, mertçe tartışıp hatalarını ilan etmedi.
Herbert Marcus'un, 1968 kuşağını harekete geçiren "öğrenci aydınlar toplumun önderidir" şeklindeki saçmalaması, rezil rüsva edilmeliydi, edilmedi.
Tam tersi, bugün hala, medyaya çöreklenmiş bir sürü kartoloz, "aydın" görünmek için eski yaveleri piyasaya sürüp sürüp durmakta...
Türk solu, "emekçi halkın öğrenciyi asla takip etmeyeceğini" delikanlı gibi kabul etmedi.
Biz devrimcilerin, Kızılay'da polisten eşek sudan gelinceye kadar dayak yerken, emekçi halkın kaldırımda keyifle dayağı izlediğini herkes bildiği halde...
O zaman da yoksulluk ve baskılar had safhada iken, bizim feryatlarımıza gecekonduların kulaklarını tıkadığını, fabrikada sömürülen proleteryanın cebindeki son metelikle akşamları kahvehanede bira yuvarlayıp okey oynadığını herkes bildiği halde...
Güya devrim gecekondulardan patlayacaktı, oradan dinci partilerin yerel ve siyasi iktidarları patladı.
Fakat biz yediğimiz dayakları halkın seyrettiğine üzülüyorsak da, gerçeği keşfedemiyor, sonra da, ideolojik tarikatımızın labirentlerine saklanıp susmayı tercih ediyorduk.
Pırıl pırıl kız öğrenci, "Biz devrim yapacağız" diye bağırıyor:
Türkçe'ye tercüme edeyim:
"Devrimi göremeden ya hayatım kayar, ya istikbalim mahvolur ya da vazgeçip canımı kurtarırım"
Ya da daha kötüsü olur, halkımız da yine seyreder.
İyi ki de seyretmişler. Sırf Lenin efendi öyle istedi diye Rus proletaryasının koca Rusya'nın ırzına geçtiği gibi ya bizimkiler de, üç öğrencinin peşine takılıp ülkenin altını üstüne getirselerdi, ne yapardık?
68'lilerin bile peşine takılmayıp, saklandıkları yeri jandarmaya ispiyon eden sevgili köylülerimiz bize bir gerçeği anlatmaya çalışmıyorlar mıydı?
Dikkat!
Bu iş göründüğünden daha ciddidir.
Gençlik heyecanı ile izah edilemez.
Evlatların "istikbal"leri herşeyden önemlidir.
12 Eylül'ün bindirdiği saniyede, onbinlerin hayatı kaymıştı!
Dikkat!
Oğluma ne söylüyorsam mertçe onu söylüyorum:
İstikbali elde etmek, birey için en gururlu işlerden biridir.
Devrimcilikten de "yüksek" bir çabadır, değerli ve kaliteli bir mesleği gururla icra etmek...
Kaldı ki bu "tarikat" eskiden çok daha popüler, moda ve "gurur verici" idi.
Bugün artık öyle değil!..
BÜYÜTEÇ
Antropoloji
Kemal Derviş'e posta koyan öğrenciler TKP'lilermiş... Türkiye'de hala TKP olduğunu antropologlar duymasın, başımıza üşüşürler.