Nazım Hikmet 1935 yılında dönemin Akşam gazetesinde "Orhan Selim" imzasıyla çıkan bir yazısında kitabın; ayakkabı, kumaş ya da diş macunu gibi pazarlanması gerektiğini yazmış. Kitabın da bir "mal" olduğunu söyleyen şair, daha çok satılması için reklam yapılmasını gerektiğini belirtmiş.
Ben Nazım Hikmet'in böyle bir öneri yaptığını bilmiyordum. Doğan Hızlan'ın dünkü yazısından öğrendim. (O da Murat Yalçın'ın, "Kitaplık" dergisindeki makalesinden alıntılamış.)
Söz konusu yazıda kitap satışını artırmak için iki yol önermiş Nazım Hikmet:
1) Mal alıcının ayağına götürülür, alıcı malın ayağına gelmez. Dolayısıyla kitap okurun ayağına götürülmelidir.
2) Diğer malları satanlar nasıl reklam yapıyorsa, kitap satanlar da sürümü artırmak için reklam yapmalıdır.
Nazım Hikmet'in 67 yıl önce söylediği bu sözler hâlâ tartışma konusu. Birçok kişi için bilbordlu, TV'li kitap reklamı doğru değil. Ancak aynı kişiler örneğin bir gazetenin kitap eki vermesini son derece yerinde ve doğru buluyorlar.
Peki buradaki çekişme kimler arasında?
İki önemli öbekten söz edilebilir:
Bir yanda kitabını edebi ya da fikirsel yönünü değerlendiren klasik aydınlar yer alıyor. Örneğin kitap eleştirmenlerinden Fethi Naci bu kategoriye giriyor. Fethi Naci istiyor ki onun tanıttığı, değerli bulduğu, önemsediği kitaplar geniş bir kitle tarafından da beğenilsin, okunsun.
Diğer yanda ise yazardan "brief" (konuya ilişkin özet) aldıktan sonra kitabı ve yazarı halka tanıtan reklamcılar yer alıyor. Reklamcılar esas olarak kitabın edebi ve fikirsel değeriyle uğraşmıyorlar. Onların tek derdi kitapta ve yazarda günümüzün okurunun ilgisini çekecek bir özellik bulmak. Ve bu özelliği reklam diline çevirerek pazarlamak.
Bu iki yaklaşım arasında temel bir fark var: Klasik aydınlar yazardan çok kitabı öne çıkarıyorlar. (Daha doğrusu böyle yaptıklarını söylüyorlar.) Reklamcılar ise kitapla yazarını birlikte düşünüyor, nereyi kaşıyacaklarına öyle karar veriyorlar.
Durum buysa insanın aklına , "O halde klasik aydınların tavrı daha doğru" demek geliyor. Öyle ya; onlar yazarı değil yapıtı önemsiyor. Reklamcı ise, yapıt dandik dahi olsa, örneğin güzel bir kadın tarafından kaleme alınmışsa, bunu kullanarak satışı artırıyorlar.
Halbuki bu da bir aldatmacadan ibaret. Çünkü eğer klasik aydınlara kişisel ya da ideolojik olarak yakın bir tipseniz sizin kitabınızdan söz ediliyor gazete ve dergilerde. Değilseniz keşfedilmeyi beklemeniz gerekiyor.
Örnek mi? İşte Ahmet Hamdi Tanpınar...
Doğu-Batı meselesini işlediği için; Batıcı, modernleşmeci aydınlar tarafından görmezden gelindi. Burun kıvrıldı, küçümsendi. Ama şimdi yeniden keşfediliyor.
Peki ya reklamcılık? O çok mu temiz? Bu sefer de karşınıza maddi sorunlar çıkıyor: Çok iyi bir kitap da yazsanız...
Reklam yapacak paranız yoksa şansınız pek az. Yine keşfedilmeyi beklemeniz gerekiyor.
Yani iki ucu da pis bir değnek... Yer misin, yemez misin!