|
|
Kurtuluş yolu
Başbakan Ecevit'in bugün başlayacak Amerika ziyareti Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerin altın dönemini yaşadığı bir ortamda yapılıyor. Bu ortam, 11 Eylül'de ikiz kulelere ve Pentagon'a karşı düzenlenen korkunç intihar saldırısının ürünüdür. Saldırı, Washington'un, Türkiye'nin jeopolitik ve stratejik önemine ilaveten bir başka değerini daha keşfetmesine yol açtı.
Bu da, Türkiye'nin laik-demokratik-cumhuriyet modelinin, İslami değerlerle Batı'nın siyasal değerlerini bağdaştıran özgün bir sistem oluşturduğudur. Bush yönetimi, bu modelin İslam dünyası tarafından örnek olarak alınmasının, İslam ülkelerinin radikallikten uzaklaşmasına katkıda bulunacağı ve onlara siyasal istikrar kazandıracağı görüşünü açıkça dile getiriyor.
Bu görüşün temelinde, 11 Eylül saldırısının faillerinin İslam ve Arap coğrafyasından çıkmış olması ve bundan önce de ABD'ye karşı düzenlenen birçok terör saldırısının da aynı coğrafyadan kaynaklanması yatıyor. Bu durum, ABD'nin gözünde terörle İslamın eşanlamlı kelimeler haline gelmesine ve İslamın terör sandalyesine oturtulmasına yol açtı. Bush yönetiminin terörle global savaş stratejisinde Türkiye'ye önemli bir rol biçmesi bu ortamda gerçekleşti. Eski Ulusal Güvenlik Danışmanı Tony Blinken, bu rolün Türkiye'nin askeri-stratejik öneminden çok daha değerli olduğunu vurguluyor. Türkiye'yi yanına alarak, ABD'nin, terörle savaşta hedefinin Müslüman kültürü olmadığını da ortaya koymak istediğini belirtiyor.
Bugün Amerika'da çok yaygın olan bu görüş esasında pek yeni değil. İslam'ın şiddeti beslediği kavramı, 11 Eylül'den önce de Batı dünyasında ve Amerika'da yer etmişti. Bunun nedeni, dünyada halen mevcut çatışma ve savaşların % 0'inin nüfusunun çoğunluğu veya bir bölümü Müslüman olan ülkelerde vukubulmasıydı. Buradan hareketle, İslam dininin dünya barış ve istikrarına ciddi bir tehdit oluşturduğu gibi çarpık bir sonuca varılıyordu. Ne var ki, Hamas, Hizbullah, El Kaide, İslami Cihat ve Cezair'deki GİA gibi terör örgütleri ile Taliban'ın, Müslümanlığı zulüm ve vahşetlerine kalkan yapmaları, Cihat olarak tanımladıları mücadelerini Kuran'dan ayetlerle desteklemeleri, bu değerlendirmeye güç kazandırıyordu. Bu durumda, Ortadoğu menşeli her terör olayı İslam'a fatura ediliyor, bunun bir sonucu olarak da Müslümanlar, fanatik, terörist, barbar, fondamantalist ve "katiller" olarak tanımlanıyordu.
Bu ortamda vukubulan 11 Eylül saldırıları Amerika'da bir dehşet ve paranoya fırtınası yarattı. İnsanlar korkuyor. Postayla gönderilen paketlerden, zarflardan korkuyor. Yüksek binalarda çalışmaktan, uçağa ve trene binmekten korkuyor.. Araplara ve Müslümanlara karşı nefret ve tiksinti duyuyor. Adları Mustafa, Ahmet ve Mohammed gibi olanlara ve Ortadoğu kökenlilere kinle ve kuşkuyla bakıyor. ABD'nin projektörlerini Türkiye'ye çevirmesi ve ilişkilerde gerçek bir stratejik ortaklık geliştirilmesi anlayışını benimsemesi bu şartlarda gerçekleşti.
Hükümetin tarihi sorumluluğu
Amerika, bu anlayışla, Türk modelinin başarılı olmasına özel bir önem atfediyor. Nitekim, İMF'nin ve Dünya Bankası'nın Türkiye'ye olaganüstü destek vermeleri Washington'un teşvik ve telkinleriyle oldu. Bu destek sayesindedir ki, Türkiye, 2002'ye morali nisbeten düzelmiş bir bir şekilde girdi.
Koalisyon hükümeti, içerde ve dışarda kaybettiği güveni ve "kredibiliteyi" kazanmak için bu özgün fırsatı değerlendirmelidir. Bu da, Hükümetin, dünyaya, dramatik bir dayanışma ve güçbirliği mesajı vermesiyle olur. Bu etkileyici mesaj, üç koalisyon ortağının, 2002 sonunda Türkiye'nin tam üyelik müzakerelerine başlamasını hedef olarak aldıkları konusunda ortak bir azim ve kararlılığa sahip olduklarını somut eylemlerle ortaya koymalarıyla verilebilir. Hükümet içinde, dirlik ve dayanışmayı dışarıya yansıtacak bundan daha etkili bir yöntem yoktur.
Ankara bunu yapabilirse, içerde ve dışarda güven tazelemiş olur. Bu durumda, Türkiye'den kaçan sermaye geri döner. Ulusal birikim ve kaynaklar harekete geçirilir. Yabancı sermaye ülkemize yönelir. Türkiye'de üretim çarkları dönmeye başlar. Kurtuluş yolu budur. Aklın yolu da...
|
|
|
|