kapat
12.01.2002
 SON DAKİKA
 EDİTÖR
 YAZARLAR
 HABER İNDEKS
banner
 EKONOMİ
 FİNANS
 MARKET
banner
 TÜRKİYE
 DÜNYA
 POLİTİKA
 SPOR
 MAGAZİN
 SAĞLIK
 KAMPÜS
 NET YORUM
 HYDEPARK
 ANKETLER
 ŞAMDAN
 GOOOOL
 DİYET
 TATLILAR
 SAMANYOLU
 CİNSELLİK
 TELE ŞAMDAN
 PAZAR SABAH
 MELODİ
 ASTROLOJİ
 SARI SAYFA
 METEO
 TRAFİK
 ŞANS&OYUN
 ACİL TEL
 KÜNYE
 WEB REKLAM
 ARŞİV
 
Aynalı salonda neler dinledik?

Ankara'nın Dikmen sırtlarındaki Hakim Evi'nde, "uzun bir akşam yemeği" yedik.

Hakim Evi'nin "Aynalı Salonu" yeniden dekore edilmiş. Burada ilk yemek "önceki akşam" verildi.

Üç saat boyunca, "davet sahibi" Prof. Dr. Hikmet Sami Türk'ü ve "çalışma arkadaşlarını" dinledik. Davetin ana nedeni "açlık grevleri... Ölüm oruçları" idi.

Ama "sohbet" daha sonra "sıcak gündeme... Popüler gündeme" kaydı.

Örneğin...

"İşadamlarının... Bankacıların... Bürokratların, gece yarısı veya sabahın köründe, yaka paça götürülmelerine."

ÖLÇÜYÜ KAÇIRMADAN
Prof. Dr. Hikmet Sami Türk "bir akil adam."

"Kaprissiz, komplekssiz."

Doktorasını "Avrupa'da yapmış."

"Dört dil" biliyor. "Konusunda" dünya çapında bir bilim adamı... Uzman.

"Rahat" konuştu:

- Maalesef yanlış şeyler olabiliyor... Hakimler çok kolay tutuklama kararı verebiliyor... Kanunu doğru uygulamak gerek... Ölçüyü kaçırmamak gerek.

"AMA MAALESEF..."
Adalet Bakanı:

- Kanunlar, bazı konularda, yargıya "takdir hakkı" veriyor... Bunu dikkatli kullanacaksın... Hukukun, istenmeyen şekilde kullanılması, en büyük adaletsizlik.

"Bu konuda" Prof. Türk'e çok soru soruldu.

Bakan da hepsine açık, seçik yanıt verdi.

Örneğin dedi ki:

- Eğer adamın kaçması söz konusu değilse... Delilleri karartacak hali yoksa... Polise "git, yakala, hemen getir" demenin alemi yok... Adam beş kişiyi kurşuna dizip, kaçmaya çalışan bir katil değil ki... Ama maalesef yapımızda bu var... Bürokraside de bu eğilim var... En sert yöntemi uygulamak eğilimi.

ÇARE "EĞİTİM"
Hürriyet'in Ankara Temsilcisi Sedat Ergin sordu:

- Bir banka sahibi içerde... Diğeri dışarda... Üçüncüsü ile ilgili murakıp raporu ise, savcılığa bile gönderilmiyor... Dördüncüsüne gelince... O da kanun çıkarılarak, destekleniyor?.. Bu nasıl hukuk?

Bakan'ın yanıtı:

- Yargı, bazı konularla ilk kez tanışıyor... Yeni suç kategorilerinde savcı ve hakimlerin farklı yorumları olabiliyor... Ama temyiz aşamasında bu işler oturacak... İçtihat birliği ortaya çıkacak.

Tabii o zamana kadar da...

İçerde yatan "yattığıyla kalacak."

Bakan'a göre çare:

- Yargıda hizmet içi eğitim... Savcı ve hakimlerin, sürekli eğitimden geçirilmesi.

ÜÇ GENELGE
Gece saat 24.00'e yaklaşırken eve gittik.

Kafamız "yemek masasında dinlediklerimizle" doluydu.

Bu nedenle olsa gerek, uyku tutmadı.

Biz de biraz "hukuk kitabı" karıştırdık.

Örneğin...

Hammurabi Kanunları'na (Milattan önce 2500) baktık.

"Beşinci maddesinde" yazıyor ki:

- Eğer bir yargıç bir davaya bakar ve bir karara varırsa verdiği hükmü yazılı olarak takdim eder... Daha sonra verdiği kararda bir hata ortaya çıkarsa ve bu kendi hatasından kaynaklanırsa o zaman davada onun tarafından kararlaştırılan para cezasının on iki katını öder... Ve halka ilan edilerek yargıçlık makamından el çektirilir... Ve bir daha asla yargıçlık icra etmek için oraya oturamaz.

Sonra, hukukun "temel belgelerinden" Magna Carta'ya (19 Haziran 1215) baktık.

Madde 12:

- Hiçbir hakim, herhangi bir kimseyi, doğru ve güvenilir deliller ortaya koymadan dava edemez.

Ve sonra da...

"Yemekte aldığımız notlara" baktık.

Özellikle de Prof. Türk'ün şu sözlerine:

- Son altı ayda üç genelge yayınladım... Dedim ki... Dinleyeceğiniz kişiyi davet edin... Eğer davete uymazsa, getirme yolunu deneyin... Herkesin masum olabileceğini düşünün... İnsan haklarına saygılı olun.

BEDDUA
Emin Çölaşan'ı "otuz yıl öncesinden... DPT'de çalıştığı günlerden" tanırız.

Hep "topa sert giren futbolcu" gibidir.

Yemeğin sonuna doğru, Adalet Bakanı'na dedi ki:

-Kim neden içerde, kim neden dışarda belli değil... Davalar uzadıkça, uzuyor... Her kafadan farklı ses çıkıyor... Herkes kanunu kendine göre yorumluyor... Hırsızlar ortalıkta cirit atıyor... Bu olup bitene benim aklım bir türlü ermiyor... Bakan olarak sizin aklınız erebiliyor mu?

Aslında Çölaşan'ın sözleri "çok daha sert... Çok daha uzun."

Prof. Türk, Çölaşan'ı "tepkisiz" dinledi. Ve sonunda...

Salonda bir "kahkaha" patladı.

Bakan da gülüyordu, Çölaşan da, masadaki gazeteciler ve üst bürokratlar da.

***
Prof. Türk "doğru" dedi:

- Davalar çok uzuyor... İstanbul'a hakim tayininde güçlük çekiyorum... İstanbul pahalı... Yeterli lojmanım yok... Yargıya, gereken pay ayrılmıyor... Yeni mahkeme kuruyorum, ama "yer" olmadığı için, atama yapamıyorum.

***
Yemekte, Adalet Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Yılmaz Poyraz ile yanyana oturuyorduk.

Çölaşan "uzayan yargıdan", Bakan da "yargının iş yükünün çokluğundan" bahsedince...

Yılmaz Bey kulağımıza eğildi:

- Ben bir hakime beddua edeceğim zaman ne diyorum, söyleyeyim mi?

- Tabii.

- Diyorum ki... Allah seni Bakırköy Ağır Ceza'ya reis yapsın.

- Neden?

- Bir yılda bin beş yüz dosya... Kalk bakalım altından, kalkabilirsen... Bir hakime verilecek en büyük ceza, onu Bakırköy'e reis yapmak.

ANNELER AĞLAMASIN
İstanbul, Ankara, İzmir ve Antalya baroları "ortak bir proje" hazırladılar.

"Üç kapı, üç kilit" projesi.

Projenin amacı:

"Açlık grevlerini ve ölüm oruçlarını" sona erdirmek.

Hedef "barışçı... İnsani."

Bu nedenle de "entelektüel platformda hayli destek buldu."

TRAJEDİ
Adalet Bakanı'nın "bu konudaki uzun konuşmasından" birkaç satırbaşı:

* Açlık grevi... Ölüm orucu... Tam bir dram... Trajedi.

* Hayatta en çok üzüldüğüm konu.

* Biliyorum, baro başkanları iyi niyetli.

* Cezaevlerindeki benim evlatlarım.

* Sağduyunun galip gelmesini istiyorum.

* Açlık grevi, ölüm orucu sona ersin... Anneler ağlamasın.

"OLANAKSIZ..."
Adalet Bakanı "uzun, uzun anlattı ki..."

Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürü Ali Suat Ertosun da "uzun, uzun brifing verdi ki..."

"Dört baronun önerisinin uygulanabilirliği yok."

"Yasalara aykırı."

"Uygulanması halinde, cezaevleri, kontrolden çıkar ve terör örgütlerinin eline geçer."

UZLAŞMA ZAMANI
Demokrasinin alfabesi diyalogdur, uzlaşmadır.

Barolar da "uzlaşma... Çözüm" istiyor. "Bakan" da.

Öyleyse "oturup, konuşsunlar."

Cezaevlerini "birlikte dolaşsınlar."

Hiç kimse buna "devletle pazarlık" ya da "birbirinin bileğini bükmek" diye bakmasın.

Eğer "yeni ölümler" istenmiyorsa...

Ve "annelerin ağlamaması" arzulanıyorsa...

"Uzlaşmayı başaralım."

DAHA ÇOK DEMOKRASİ
Yeni Şafak'tan Fehmi Koru sordu: - Anayasa Mahkemesi'nin, Recep Tayyip Erdoğan hakkında verdiği kararı bir hukukçu olarak nasıl yorumluyorsunuz?

Prof. Türk "uzun bir yanıt" verdi.

"Özeti" şu...

Adalet Bakanı "yasakçı bir tavır içinde" değil.

Bu konuda "pek çok kişiden farklı düşündüğünü" söylemekten çekinmedi.

"Daha çok özgürlük" dedi.

Fehmi Koru "araya" girdi:

- Yani... Anayasa Mahkemesi 5'e karşı 6 oyla bu kararı alacağına... Yine 5'e karşı 6 oyla "bu kararın tersini mi" almalıydı sizce?

Bir siyasetçi için "sıkıntılı soru."

Ama Prof. Türk hiç sıkıntıya girmedi.

"Evet" dedi.

Bakan'ın "havası" siyasette de "liberal... Rekabetçi... Yasakçı olmayan" bir dönemin başlamasını arzulayan hava.

Önce güldük, sonra üzüldük*

Bakan'a bir soru soruldu. Herkes güldü.

Soru:

- Çıkardığınız af yasasından dolayı vicdanınız rahat mı?

Bakandan "tek kelimelik" yanıt:

- Rahat.

Bu sırada bir arkadaşımız laf attı:

- Canım, o yasa Hoca'nın değil, Rahşan Hanım'ın yasası.

Prof. Türk "atılan bu lafa sığınmadı."

Yasayı, sorumluluğu, sonuçları "üstlendi."

***
"Hemen sonra" bir başka konu açıldı.

Ve bu kez "az önce kahkahalarla gülenler", kızgınlığa büründü.

Konu:

"Batı'da... Belçika'da... Hollanda'da çifte standart sürüyor... Yasadışı örgütler buralarda çörekleniyor... Türkiye'deki uzantılarına oradan talimat yağdırıyor."

İşte bu da uygar Batı (!)'nın "çirkin yüzü."



<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır