kapat
12.01.2002
 SON DAKİKA
 EDİTÖR
 YAZARLAR
 HABER İNDEKS
banner
 EKONOMİ
 FİNANS
 MARKET
banner
 TÜRKİYE
 DÜNYA
 POLİTİKA
 SPOR
 MAGAZİN
 SAĞLIK
 KAMPÜS
 NET YORUM
 HYDEPARK
 ANKETLER
 ŞAMDAN
 GOOOOL
 DİYET
 TATLILAR
 SAMANYOLU
 CİNSELLİK
 TELE ŞAMDAN
 PAZAR SABAH
 MELODİ
 ASTROLOJİ
 SARI SAYFA
 METEO
 TRAFİK
 ŞANS&OYUN
 ACİL TEL
 KÜNYE
 WEB REKLAM
 ARŞİV
 
Çeyrek aydının serüvenleri..

Aktüel'İ karıştırırken, Londra gezimizi, Bir Çift Yürek yazarı Marlo Morgan ve sevgili Özer ailesi ile geçirdiğimiz hafta sonunu anlatmaya uzun bir ara verdiğimi hatırladım.. Karlar, hızla değişen gündem durmadan ertelemeye sebep olmuştu..

Aktüel'de benimle yapılmış bir söyleşi var.. Murat Tunalı'yı kutlarım. Bugüne dek benimle yapılan ve en güzel sunulan söyleşilerden biri..

Aktüel, Amerikalıların "The man you love to hate/ Nefret etmeye bayıldığınız adamlar" sözünden mülhem "Nefretle sevilenler" diye bir dizi hazırlamış.. Bir numarada da bendeniz.. Bir dergi, bir diziye başlıyorsa bir sayıda, benim bildiğim kapağında duyurur. Yok.. Ya kendi dizilerini anons edecek değerde bulmamışlar, ya da orada da beni nefretle sevenler var.. Neyse..

Söyleşi güzel.. Ama sayfalarda bir yanlış var. Beni sevenlere harika bir örnek, Mustafa Taviloğlu'nu verirken, Enis Batur dostumu "Sevmeyen" diye sunmuşlar.. Hayır.. Ben Enis'i çok severim. Enis de beni ayni ölçüde sever mi, bilmem ama, herhalde "Sevmem" dememiştir kimseye..

Eleştirmekle, sevmek, çok farklı şeyler.. Bunu bir anlayabilsek..

Enis'in beni eleştiren, "Hıncal çeyrek aydın" diyen yazısı yetmiş, Aktüelcilere, onu "Sevmeyen" kefesine koymak için..

Doğru.. Enis, ki kendisi birinci sınıf bir aydındır, Bilbao Sanat Müzesi'nin mimarisinden hoşlanmamama kızmıştı.. Çünkü, aydınlara göre birşeyden hoşlanmak, ya da hoşlanmamak için, o konuda uzman olmak gerekirdi. Hıncal kim oluyordu ki, bir mimari yapıt hakkında fikir söyleyebiliyordu?..

Dahası.. Günahım sadece Enis'in yazdığı değil, o müzedeki San Fransisco Müzesi'nin bilmem kaç milyon dolar ödeyip satın aldığı bir tablo ile de dalga geçmiştim.. Bembeyaz bir tuvaldi tablo.. Bembeyaz.. Üzerinde tek gölge ve leke yok.. Ve bu müzede saklanması gereken, trilyonlarca liralık bir sanattı..

O zaman demiştim ki.. "Bunu herkes yapar. Ben bile yapabilirim. O zaman bu nasıl sanat?.. Demek yeteneğe gerek yok. Biraz kafanı çalıştır, oldun ressam, müzisyen, aktör, yönetmen, yazar, her ne ise artık.."

***
Hüseyin'in bir koru içinden minik bir göle panoramik bakan salonunda oturmuş gazete ve dergileri okuyoruz.. Ben divandayım.. Marlo koltukta.. Ayaklarını da pufa koymuş.. Birden gülmeye başladı.. "Bu tam senlik" dedi.. Financial Times'ı bana uzattı.

2001 yılı Turner ödülü (İngiltere'nin sadece genç sanatçılara verilen en önemli sanat ödülü) Martin Creed'e verilmiş..

Creed'in yarattığı sanat eseri şu.. Bomboş bir odada ışıklar 5 saniyede bir yanıp sönüyor.. Hepsi bu..

Gerekçe.. Yapıt, minimalizm ve kavramcılığın mümkün olan en sade ifadesiymiş.

Jüride hayranlık uyandırmasının sebebi, cüreti, gücü, enerjisi, zekice düşünülüşü ve duygusallığı imiş..

Marlo "Geçen yıl bana Bilbao Müzesini anlatmıştın. Buyur bakalım" dedi..

Efendim, sanatçı olmak için hiçbir doğal yetenek gerektirmeyen bir sanat dalı oluştu.. "Güzel Sanatlar Akademilerini kabiliyetsizlikleri dolayısı ile bitiremeyenlerin yarattığı sanat" diyorlar, Kavramsal sanata.. Bir şeyi ilk kez düşünmüş olmanız yeterli.. Ama bu Creed'in yaptığı ilk kez de değil. 1970'lerde Yves Clein diye bir sanatçı, bomboş bir galeriyi sunmuş konuklarına.. 1917'de kıpkırmızı bir tuvalin "Red Square- Kızıl Meydan" diye sunulması gibi..

Kendisini "Ben sanatçı değilim" diye tanımlayan sanatçı 20 bin ingiliz liralık ödülünü Madonna'nın elinden almış.

London Times'ı açtım hemen.. Ayni haberi okumak için.. Sanat yazarı Dalya Alberge ödülü "Hani yepyeni elbisesi ile halkın arasında yürüyen kral var ya.. Hani kimsenin 'Kral çıplak' diyemediği.. İşte aynen o, Creed'in boş odası" diyor.

Ödülü eleştirenlerin sayısı, övenlerden fazla..

Bir başka sanat eleştirmeni David Lee "Yanıp sönen ışıklar sanat eseri olamaz" diye itiraz ediyor. Klasik sanatçıların törenin yapıldığı binanın önünde toplanıp, el fenerlerini yakıp söndürerek jüriyi protesto ettiklerini gene Times'dan öğreniyorum. Ünlü bir sanatçı Charles Thompson "Bu iş şakayı da aştı. Bu gösterinin nasıl komik bir şey olduğunu, sadece jüri görememiş. Bu, olağanüstü aptallığın ifadesi bir yapıttır" diyor. The Independent'ı okuyorum.. Orada da yığınla protesto haberi..

Yani kavramsal sanatları kavrayanlar kadar, kavramayanlar da var, dünyanın her yerinde..

Buna kimsenin itirazı yok.. İtiraz herkesin fikrini söylemesine..

Çünkü bu ülkenin Enis Batur türü aydınlarına göre, fikir özgürlüğü sadece uzmanlara aittir.. Hani sadece zengin ve erkek yurttaşlara oy hakkı tanıyan Yunan Demokrasileri gibi..

Bir müthiş adam!..
Kemal Suman'ı Alkent'e taşındığımda tanıdım.. Daha doğrusu tanıdığımı sandım. Sitenin İcra Komitesi Başkanı idi. İlk zamanlar biraz takıştık da.. Sonra bu kent içindeki kenti, nasıl yönettiğine yakından şahit olmaya başlayınca, saygım, tanışınca sevgim de arttı.

Önüme "Kah Orada, Kah Burada" diye bir kitap konunca şaşırdım. Bir turist rehberinin anılarıydı.. Nasıl merakla, nasıl kahkahalarla okunan bir başucu kitabıydı bu.. Her gece yatmadan önce birkaç anıyı okuyup, uykuya keyifle dalıyorum şimdi..

Her sayısını büyük bir keyif ve merakla okuduğum Bütün Dünya'da ona ayrılmış sayfalar beni bir kez daha şaşırttı. Engin Ünsal, Kemal Suman'ın korkunç bir koleksiyoncu olduğunu anlatıyordu.

İlk koleksiyonu, başka anahtarlara bakarak kendi yonttuğu anahtarlar.. O sırada Galatasaray Lisesi'nde okuyor.. Babası koleksiyonu görünce "Ne o?.. Kasa hırsızı mı olacaksın" demiş.. Babasının zoru ile dişçilik fakültesine yazılmış ama, içinden gelen turizm rehberliğine sapmış hemen. Ressam eşi Selva'yı orda tanımış.. Giderek kendi turizm şirketlerini kurmuşlar ve geçen yıl, "Yılın En Başarılı Turizm Şirketi" seçilip SKAL ödülü almışlar.

Engin Ünsal'dan nakle devam ediyorum. Anahtar yapımcılığından kuyumculuğa geçmiş. Evindeki atelyesinde düşleri zorlayan yapıtlar hazırlıyor ama kendisine saklıyormuş.. Tombak adlı bir sanat dergisi çıkarıyormuş.

Dikiş makinesi koleksiyonu var.. 70 makine.. 320 parçadan oluşan terazi koleksiyonu var. Yüzlerce yıllık eskilerden bugüne.. 12 çok değişik bisiklet, başlangıcından bugüne modelleri içeren, ama hepsi çalışan 40 daktilo..

Rasat aletleri toplamış.. "Bunlar en estetik aletler" diyerek. Coğrafya derslerinde gördüğümüz yer kürelerin koleksiyonu yapmış.. 12 ayaklı saati var, antika.. Ütü koleksiyonu var.. Mutfak aletleri koleksiyonu var.. Var oğlu var..

Bütün bu işlerin arasında, Alkent'i, İstanbul'un yaşanan en güzel yeri yapmayı başarmış.. Ben hep kiradayım. Çok site dolaştım. Pek çok sitede, pek çok arkadaşım var.. Bir onlara bakıyorum, bir bize..

Benim evim zemin kat.. Dalgın adamım.. Balkon ve bahçe kapılarını çok açık unutup gittim.. Bu devirde "Güven" o kadar önemli ki?.. Bu sağlanmış.. Temizlik, güzellik, bahçeler harika.. Asıl önemlisi servis.. Hem de ne servis.. Gece yarısı eve geldim.. Lavabonun altında su kaçağı var.. Yerler sırılsıklam.. Telefon ettim.. "Ana vananın yerini bilmiyorum. Söyleyin kapatayım, yarın arkadaşlar gelir yaparlar" diye.. "Arkadaşlar şimdi gelir yaparlar" dediler.. Geldiler ve yaptılar..

Alkent'te yaşamayı bir ayrıcalık haline getirmiş Kemal Suman.. Tabii, bu ayrıcalığın bedeli var.. Başarının da..

Dün gece eve geldim. Posta kutumda bir mesaj.. Altına imzalarını atmaya cesaret edememiş bir takım insanlar, Kemal Suman'ı yerin dibine sokarak devirmek üzere harekete geçmişler, onu anlatıyorlar, iki sayfa..

Okurken onlar adına utandım.. İnsanoğlu bu kadar hain, bu kadar nankör olabilir mi?..

Genel Kurul'a gidersin.. Teşekkür edersin.. "Ben daha iyi, daha ucuz yapacağım" dersin.. İnsanlar seni seçerlerse, gelir yaparsın..

Ama önce, böyle bir site yarattıkları için önce Alarko'ya, sonra Kemal Suman'a teşekkür ederek.. Söverek değil!..

Tecelli'den Abuzittin'e Mektuplar
Abuzittinciğim, Çarşamba sabahı kalktım, arabanın üzeri gene kardı. Tam birbuçuk santim kar. Cetvelle ölçtüğüm için bu kadar kesin söylüyorum: Birbuçuk santim!

Hatta, gözlüğüm yanımda olmadığı için, bi yanlışlık yapmayayım diye, o sırada arabasının yanına gelen komşuma da cetveli uzatıp "Bi de siz ölçer misiniz" diye rica ettim.. O da ölçtü, birbuçuk santim çıktı.

Ankara'da okullar tatil edilmedi.

Bi gün önce de salı günü, hiç kar yağmadı okullar tatildi. Şimdi bu mektubu sana yazarken (Perşembe sabahı) gene kar yok. Herhalde birazdan okulların tatil edildiği haberi gelir.

İşte, yukardaki satırın noktasını koyduğum anda elektrikler gitti. Bu beşinci oluyor. Yılbaşından beri mi diyeceksin.. Hayır sabah saat 07.00'den beri.. Düşünebiliyor musun, eloğlu yeryüzünden 400 mü yoksa 500 mü kilometre uzaktaki uzay platformuna, gece gündüz 24 saat elektrik sağlayacak kablolar döşerken, başkent Ankara'da elektrik yok! N'apmalı uzaya mı taşınmalı?

Elektrik deyince aklıma hep Süleyman Bey geliyor. Cumhurbaşkanlığında son günleriydi. Gene zırt pırt elektrikler kesiliyordu. Zamanın Enerji Bakanı da, "Dar boğaza girdik.. Karanlık günlere gebeyiz.. nükleer santral olmadıkça da bu kesintiler daha da artacak" gibisinden laflar ediyordu. Süleyman Bey birden patladıydı:

"Bu devirde elektrik kesintisi olmamalı.. Ayıptır.. Nereden bulacaksınız hemen bulun elektriği!" Bulunduydu Abuzittinciğim.. Altı saat geçmeden elektrik bulundu. Bilader Tekirdağ rakısı mı bu, bakkalda yok, koş ötekinden bul getir!

Yoğun kar yağalı neredeyse bi hafta geçti. Ankara'nın sokakları kaldırımları hala kar. Hele kaldırımlar, kutuplar gibi buzla kaplı. Düşüp, ötesini beresini kıran kırana. Dün Almanya'dan Klaus telefon etti. Oralar da karlıymış. "Evin önünü temizleyeceğim diye canım çıktı" dedi.

Meğer Almanya'da buna mecburmuşsun. Kar yağdı mı kendi evinin sınırı boyu kaldırımı temizleyeceksin. Çünkü birisi kayıp düşerse bi sürü tazminat ödermişsin. Mahkemeye git gel de işin cabası..

Bu Belçika da, Hollanda da böyleymiş.. Hatta yaz günleri de toz topraktan temizlenmek için deterjanlı sularla yıkarlarmış. Demek ki ondan bu memleketlerde kaldırımlar pırıl pırıl duruyor.

Esasında bu bizde de uygulanabilir.. Hiç değilse kışın. Kaldırımlarda adam gibi yürüyebiliriz. Hastanelerin ortopedi bölümleri de kırık çıkıklarla dolmaz. Şimdi bunları sana yazıyorum. Ulan kalk da evin önünü kardan buzdan temizle değil mi? Hayır oturduğum yerden ahkam kesecem. İcraata gelince yok!

Münasip yerlerinden öperim Abuzittinciğim.

Kardeşin Güneş
Not: Saat 07.30'da tümden giden elektrik öğleden sonra 3.30'da geldi de mektubu tamamlayabildim. Bu zaman zarfında THY'nın uçağı İstanbul'dan kalkıp Londra'ya iki defa gider gelirdi! Hadi süpürgeyi alıp evin önünü kardan temizledin diyeyim.. Bu direğe çıkıp kopan elektrik tellerini de ben mi yapmalıyım acaba?

BİZİM DUVAR
Araplar Osmanlı Kalesi'ni yıktı diye dünyayı ayağa kaldırdık. Ya adamlar kalkıp "Ulan siz de bir çırpıda Osmanlı Bankası'nı yok ettiniz" derlerse ne yapıcaz? Hakan&Utku

SEVDİĞİM LAFLAR
Derler ki, uzun süren hayat, hayatların en iyisi değildir, uzun sürmeyen ölüm ise ölümlerin en iyisidir. Montaigne "Denemeler" (Teşekkürler Orkun)

TEBESSÜM: Fıkra Yıldırım Tuna'dan
Kadının biri av malzemeleri satan dükkana girip, "Kocam için mermi istiyorum" demiş... "Çapı kaç olacak, size söyledi mi?" diye sormuş satıcı. "Dalga mı geçiyorsun" demiş kadın; "onu vuracağımı dahi bilmiyor!"



<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır