Dayak yokmuş, tokat varmış!
Yılbaşı gecesi Taksim'de bir gece kulübünün kapı ve güvenlik görevlileri, biri kadın üç müşteriyi öldüresiye dövdü...
Kulüp öyle her gün pıtrak gibi bir yenisi açılan barlardan, kulüplerden biri değildi. Yılların dostluğunu taşırdı sevenlerine; evine gider gibi gitmişti yıllar boyu birçok insan...
Birbirini tanıyan insanların gittiği bir yerdi.
Nedense kapısındakiler ve önündeki taksi durağı ara sıra sorun çıkartıp kulübü sevenleri şaşırtırdı ama böylesi görülmemişti.
"Bodyguard"lar olay çıkmasın diye uğraşacaklarına naralarla olay çıkartmayı, yakaladıklarını dövmeyi seçmişlerdi. Dövülenler kulübün en eski müdavimlerindendi; ama incelik orada ki, kendilerine sataşan ve güvenlik görevlilerini yanına çeken kişi, kulüpte çok "yeni" olmasına karşın başka türlü "güçlü"ydü anlaşılan...
Ne eğlence ama!!!
Olayın asıl anlatmak istediğim yönüne gelelim şimdi.
Kulüp yöneticileri birkaç gün sonra internet yoluyla olaydan duydukları üzüntüyü bildirdi. (İnternetin güzelliği de burada; eskiden olsa yen içinde ne kollar kalırdı kırık mı kırık!)
Ve üzüntü-özür metninin başlangıcı şöyleydi: "Önce bilinmesi gerekir ki, ortada dayak yok, tokat var!"
Mağdurlardan birinin "tek tokatla üç kişinin hastanelik olduğu nerede görülmüş?" sorusunun üzerinde durmuyorum.
"Ortada dayak yok, tokat var"la başlıyor asıl felâket çünkü...
Bu laf, bu mantık, bu kabullenişteki alçaklık! Üzerinde durulması, isyan edilmesi gereken bu!
Bizzat bu açıklamayı yapan kişi de, bir gün bir tokat yediğinde "dayak yok, tokat var" ayrımıyla acılarının, horlanmasının, küçük düşürülmesinin hafifletilemeyeceğini biliyor! Ama yine de bu lafı ediyor... Neden?
Çünkü tutanın elinde kalmış güç...
Kapanın elinde kalmış iktidar...
Vakit geçiyor, her şey unutuluyor; vurulan yerlerde iktidar ve tehdit kültürünün gülleri bitiyor çünkü! Hepimiz "gündelik şiddetin pişkin çocukları" olup çıkmışız bir kere!
"Her şeyin bir de şiddet olarak bedeli var" diye yerleştirilmiş zihinlerimize!
Çünkü eşin dostun, arkadaşınla iyi vakit geçirmek normal bir şey değil zihnimizin arkasında bir yerde!
Şehir tatları peşinde koşarken kavgasız gürültüsüz, hır çıkmadan geçmişse vakit, normal değil de sanki, bir tür talih kuşu konmuş başımıza! ("Dayak değil de tokat yemişsen şanslısın arkadaş!" veya "Sen de bir iki tane ekleştiriverseydin" yaklaşımı...)
Ne yazık ki, temeli böyle atılmış bir hayat bizimki...
Sonra da siyasette, ekonomide, hukuk ve adalette "dayakla tokat" ayrımı yapılmaya çalışılınca "olur mu canım, ne biçim hukuk bu, ne biçim demokrasi!" diye yanıp yakılıyoruz.
Oysa küçük küçük yenilgilerimizle başlıyor büyük kayıplarımız!
Birbirimizi hiç adam yerine koymadığımızı görüp cesaretleniyor 'Büyük Adam'lar!
Ah, bir bilsek!
9 Olasılık!
Derya Edis adlı okurum göndermiş:
"Düşündüğünüz,
söylemek istediğiniz,
söylediğinizi sandığınız,
söylediğiniz,
karşınızdakinin duymak istediği,
duyduğu,
anlamak istediği,
anladığını sandığı,
anladığı
arasında farklar vardır.
Dolayısıyla insanların birbirini yanlış anlaması için en az 9
olasılık var..''
Benim de aklıma Oscar Wilde'ın bir sözü geldi: "İyi bir evliliğin temel ilkesi iki tarafın birbirini yanlış anlamasıdır!"