Eski Doğu bloku ülkeleri bile KİT'leri özelleştirerek verimlilik ve kalite alanında kanatlanırken, biz yaya kaldık.
Hatta daha fenası çamura battık.
Çünkü özelleştirmeye karar verildiği zaman bunu hemen yapmak lâzım. Gecikince özelleştirme yoluyla kurtulmak istediğiniz hastalıklar ölümcül hale gelir.
Akbabalar üstüne çullanır.
Özelleştirme kapsamına alınan KİT'lerde teknoloji yenileyen yatırımlar durduğu, çalışanların motivasyonu kaybolduğu için üretim fiyat ve kalite yönünden rekabet gücünü kaybetti.
Parti örgütlerinin torpilli adamları için buralar birer arpalık olarak daha hoyratça kullanıldı ve zararlar katlanarak büyüdü.
Şu anda ülke, KİT'lerin ve onları özelleştirmemek için direnen siyaset sınıfının sömürgesi durumundadır.
Bu direniş kırılmadığı sürece IMF'den gelecek paralar ekonomiyi kurtaramayacaktır.
Sümer Holding Genel Müdürü Kadir Kanat "Bizi kapatın, devlete yük olmaktan başka iş yapmıyoruz" diye feryat etmişti.
Ne kadar da haklıymış..
Özelleştirme İdaresi, Sümer Holding'in çeşitli işletmelerine 3 yılda 24 genel müdür ve genel müdür yardımcısı atamış.. Bunlardan biri 23 gün, başka biri 49 gün, biri üç ay, ikisi de 7 ay görevde kalmış.
Bunlar, başaracak diye getirilip başarısızlık nedeniyle gönderilen yöneticiler değildir. Makam tazminatı ve yüklü ikramiye alarak emekli edilmek istenen hatırlılardır.
Devlet malı deniz ya.. Yemeyen domuz ya..
Yapılan özelleştirmeler de Allahlık!
Et ve Balık Kurumu'na ait bazı kombinaları satın alan özel firmalar teknoloji yatırımları ile tesisleri yenilediler, yeni işçiler aldılar, fiyat ve kalitede rekabete başladılar.
Bir kaç ay geçmeden bir Başbakanlık kararnamesi ile bütün kamu kuruluşlarına et alımlarını "ihalesiz olarak" Et ve Balık Kurumu'ndan yapmaları emri verildi.
Böylece rekabet öldü, istihdam durdu, milyonlarca dolarlık yatırım boşa gitti ve özelleştirmeler için devlete güven sıfıra indi.
Özelleştirme, KİT'leri Ahmet'e, Mehmet'e satma işi değildir, bunları politikacıların elinden kurtarıp ekonomiye kazandırmaktır.
Çağdışı politikacıların oy avcılığına dayalı seçim masraflarını devlete ve millete ödeten bu düzen mutlaka değişmelidir.
Değişmezse, demokrasimizin bıçak sırtında duran kaderi de değişmez!
11 Eylül dünyaya şunu öğretti: Terör bütün insanlığın ortak düşmanıdır ve görüldüğü yerde ezilmelidir..
Türkiye'nin Usame bin Ladin ve Taliban rejimine karşı yürütülen mücadeleye dönük politikası gerçekçidir.
Terörün dini olmaz.
Teröre müslüman etiketi yapıştıranlara hoşgörü ile bakmak, öncelikle İslâm'a kötülüktür.
Afganistan operasyonu sırasında, terörün sınır tanımadığını, yarın başka ülkeleri evinde vuracak melâneti sürekli ürettiğini gösteren kanıtlarla karşılaşılıyor.
Celâlabad kentinde Taliban'ın terkettiği bir eğitim kampında, suikast teknikleri ile ilgili Türkçe yazılmış notlar bulundu.
Bu belgeler sayesinde El Kaide örgütünün Türkiye bağlantısı da ortaya çıkmış oldu.
Kaçarken Pakistan sınırında ele geçirilen Taliban yanlısı milisler arasında bazı Türkler de yakalandı.
Türkiye'nin Afganistan'daki savaşa katkısı, yalnız teröre karşı onurlu bir uluslararası işbirliği değildir yalnızca.. Kökten dinci teröre karşı kendi iç güvenliğini korumanın da akılcı bir tedbiridir aynı zamanda.
Gerisi boş lâftır!