kapat
01.11.2001
 SON DAKİKA
 EDİTÖR
 YAZARLAR
 HABER İNDEKS
 EKONOMİ
 FİNANS
 MARKET
 TÜRKİYE
 DÜNYA
 POLİTİKA
 SPOR
 MAGAZİN
 SAĞLIK
 MEDYA
 KAMPÜS
 HYDEPARK
 ANKETLER
 SİNEMA
 SANAT
 MODA
 KİTAP
 MÜZİK
 TARİH
 GURME
 GEZİ
 OTOMOBİL
 YAT&TEKNE
 HIGH-TECH
 WEEKEND
 MELODİ
 ASTROLOJİ
 SARI SAYFA
 CANLI
 METEO
 TRAFİK
 ŞANS&OYUN
 ACİL TEL
 KÜNYE
 WEB REKLAM
 ARŞİV
 
Keşke Hıncal haklı olsaydı!

Sevgili dostum Hıncal Uluç'un dünkü yazısı üzerinde çok düşündüm. İçten eleştirileri karşısında, yazdıklarımın haklı ve haksız taraflarını ölçmeye çalıştım. Çünkü ikimizin de amacı haklı ya da haksız çıkmak olamaz. "Cümlenin maksudu bir; lakin rivayet muhtelif" sözündeki gibi, farklı bakış açılarıyla da olsa aynı amaca ilerlemek istiyoruz. Bu amaç; Türkiye'nin mutlu, demokratik, zengin ve saygın bir ülke konumuna gelmesi.

Lakin yöntemde yollarımız ayrılıyor. Ben ne kadar acı olursa olsun, gerçeğin gözünün içine bakılmasını öneriyorum. Hıncal ise, daha çok "halkın morali" noktasını öne çıkarıyor.

***
Hıncal'ın haklı olmasını çok istiyorum ama daha ilk cümlede bu isteğimin sarsıldığını görüyorum. Çünkü benim şu sözümü alıntılayarak başlıyor: "Şubat ayından beri yazdığım gibi, bu geçici bir kriz değil kalıcı durum." Arkasından diyor ki, "Zülfü Livaneli fena halde yanılıyor!"

Oysa bu cümle şöyle de yazılabilirdi: "Şubat ayından bu yana krizin geçici değil kalıcı olduğunu yazanlar haklı çıktı. Çünkü kasım ayına girdik ve kriz, geçmek bir yana, daha da ağırlaştı."

Kriz sözünde aldatıcı bir rahatlama gizli. "Aslında ekonomik ve toplumsal göstergelerimizin hepsi iyi ama bazı nedenlerle geçici bir krize girdik; kısa zamanda atlatır, eski günlere döneriz" tonlaması taşıyor.

Dönemeyiz sevgili Hıncal!

Çünkü bu sadece bir ekonomik kriz değil; Türkiye'nin siyasal ve kültürel bunalımı. Bir değerler sistemi yitimi.

Türkiye; çalışmadan, üretmeden, demokrasisini ve çağdaş değerler sistemini güçlendirmeden, sadece iç ve dış borca dayanarak geçici bir "tüketim patlaması" yaşadı. Bunu da hamaset nutuklarıyla başardı. Mesela bizim gibi Allah'ın saf kulları, medyada 20 bin dolardan başlayıp, 150 bin dolara varan maaşlar ödendiğini bu kriz başladıktan sonra duydu. Dünyanın neresinde medya böyle paralar ödeyebilir? Televizyon spikerleri nerede milyonlarca dolar transfer ücretleri alabilir? Hele giderek çökmekte olan bir borç ekonomisinde. Herhalde dünyada asgari ücrete oranla en büyük gelir patlaması Türkiye'de yaşandı.

Bugün işler tersine döndü. Büyük bankalar bile dolarla kiraladıkları binalardan çıkıyorlar. Alışveriş merkezlerinin dolar kiraları da iniyor. Maaşlar Türk Lirası'na göre ödeniyor ve herkes ayağını yorganına göre uzatmaya başlıyor.

Türkiye son on beş yılda bol para kazanma ve harcama çılgınlığı yaşadı. Orta halli her aile kapısının önüne iki araba koydu. Avrupa'yı imrendirecek lokantalar ve dolarla hesap ödenen eğlence merkezleri açıldı. Uçaklar, tatil köyleri, barlar, eğlence yerleri dolup taşıyor, bir kesimin neredeyse kulaklarından dolar fışkırıyordu.

Ama bu bizim hak ettiğimiz bir refah değildi sevgili dostum. Üreterek, ihraç ederek, sağlıklı bir ekonomiye kavuşarak değil, içeriye ve dışarıya yüksek faizle borçlanarak ve kamu kaynakları yağmalanarak sağlanıyordu bu refah.

Sonunu düşünmeden para harcayan ve aile babasına Mercedes, hanıma Jeep, çocuklara BMW alan, her tatilde yurt dışına giden ama sonunda banka borçlarının vadesi gelince ne yapacağını şaşıran bir aileye benzedi Türkiye.

Şimdi bedel ödüyoruz.

İç borcumuz inanılmaz rakamlara yükseldi ve yönetilebilir olmak noktasını geçtiği için ekonomistler konsolidasyondan söz etmeye başladı.

Türkiye'nin yıllık gayri safi milli hasılası, borçlarının çok altında.

Üstelik bunları yalnız ekonomi uzmanları değil herkes biliyor artık.

***
New York Belediye Başkanı'nın davranışını övüyorsun ama unutmayalım ki durum farklı.

Giuliani, temel ekonomik ve toplumsal göstergeleri sağlam bir toplumda, geçici yılgınlıkları önlemeye çalışıyor.

Bizde yapılan ise tam tersi.

Dünyanın "gerilemekte olan ülkeler kategorisi"ndeki şampiyon ülkelerden biri olarak, hasta bir ekonomiyi, gelir dağılımı adaletsizliğini, demokrasi ayıplarımızı, övünerek ve halka "Sen en büyüksün! Sen en kahramansın!" diyerek aşmaya çalışıyoruz. Hem de yıllardır yapıyoruz bunu.

Sonuç ortada.

Bütün bunlara rağmen ben yine de umutsuz değilim ama izninle bu konuya yarın devam edelim.



<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap
HAFTANIN SOYLEŞİSİ
SABAH'ın Demokrasi Kürsüsü'nde sizde sesinizi duyurun

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır