kapat
01.11.2001
 SON DAKİKA
 EDİTÖR
 YAZARLAR
 HABER İNDEKS
 EKONOMİ
 FİNANS
 MARKET
 TÜRKİYE
 DÜNYA
 POLİTİKA
 SPOR
 MAGAZİN
 SAĞLIK
 MEDYA
 KAMPÜS
 HYDEPARK
 ANKETLER
 SİNEMA
 SANAT
 MODA
 KİTAP
 MÜZİK
 TARİH
 GURME
 GEZİ
 OTOMOBİL
 YAT&TEKNE
 HIGH-TECH
 WEEKEND
 MELODİ
 ASTROLOJİ
 SARI SAYFA
 CANLI
 METEO
 TRAFİK
 ŞANS&OYUN
 ACİL TEL
 KÜNYE
 WEB REKLAM
 ARŞİV
 
Asıl şimdi mutluluk zamanı

İki yıl önceydi galiba, "mutlu bir kadın olmanın yüz yolu" başlıklı bir yazıya takılmıştı gözüm. Bizim kadın dergilerinden birindeydi...

Artık iç bayıcı hale gelen "kendi başınızayken de bakımlı olun!" türünden önerilerin yanında şunu da görmüştüm: "Hayatınıza okyanusta yüzmüş bir erkek girsin!"

Vay canına! Üf ki üf!..

Üç tarafı okyanuslar yerine "alçakgönüllü" denizlerle çevrili bir ülkede ne hınzır çağrışımlar, ne hinlikler saklıyordu bu öneri!

Gözümün önüne şöyle bir genç adam gelmişti:

Her sabah Venice Beach'ten okyanusa ayaklarını sokuyor, orada piyasa yapan atletik sarışın güzellerin, cılız bedenini hor gören bakışlarını görmezlikten geliyordu bu adam. Tatilinde de Bahamalar'a gitmiş, doyasıya yüzmüştü.

Bir gün evinin bulunduğu bölgede emlak piyasasını ele geçiren çete tarafından hırpalanınca Los Angeles'ı terkedip ülkesine dönmüştü...

Ballandıra ballandıra anlattığı okyanus manzaraları sayesinde kendine "mutlu" bir sevgili edinmişti...

Ne var ki, hayat acımasızdı! Kadın bir süre sonra onu, Hint Okyanusu'nda tüplü dalış yapan bir gençle aldatmıştı!

(Nasıl hikâye ama!)

Yine aynı dönemde bir yerli erkek dergisinde "günümüzde mutlu çift olmanın ilk şartı birlikte sushi yemektir" fikrinin ballandıra ballandıra anlatıldığını hatırlıyorum. Gülsem mi, ne yapsam, bilememiştim.

Ne okyanusların özgün heyecanını reddederim, ne de sushi'yi snopça bulurum. (Ayıptır söylemesi; balığın pişmişi kadar çiğ halini de ve tabii ki sushi'yi de çok severim! Hele o kendine özgü estetiği!)

Benim buradaki derdim başka!

Benim derdim şu...

Uzunca bir süredir mutluluk fikri basit biçimde "bir takım olanaklara sahip olma"yla özdeşleştiriliyordu.

Dikkat ederseniz göreceksiniz; son yirmi yıldır popüler kültürün lokomotifi "yapıp etme" iktidarıydı. Duygu ve düşünce zenginliği itildi, sünüldü hep...

Mutluluğun bir "ruh hali" olduğu unutuldu.

Onca paraya pula karşın mutsuzluk sürdükçe de asaplar bozuldu...

Öylesine bir eşyalar ve olanaklar kalabalığı yarattık ki, "durup bakmayı" unuttuk!

Kafamızı kaldırıp dolunaya bakmayı saçma bulur olduk, fakat dolunay üzerine güzel sözler ve şarkılar dinlemek için sekiz takla attık!

Hastanelere yolumuz düştüğünde, bir tanıdık tarafından kuyruğa girmeden muayene ettirildiğimizde çok "mutlu olduk!" Oraya hastalığımız yüzünden gittiğimizi unutacak kadar...

Hayatı tanıyıp sevmenin; kendimizi bazen mutlu, bazen mutsuz hissetmenin; kimi kez kahrolmanın kimi kez "her şeye karşın şükretmenin" ne kadar normal duygular olduğu gerçeğini elimizin tersiyle ittik.

Popüler kültür ve medya bize hep "Sıradışı ol! Sıradışı ol!" deyip durdu.

Mutsuzluk kadar mutluluğun da sıradan bir duygu olduğunu ve onu güzel kılan şeyin asıl bu sıradanlıktan kaynaklandığını unuttuk!..

Şimdi müthiş bir ekonomik kriz yaşıyoruz.

Ancak bu kriz madalyonunun ön yüzü ne kadar karanlıksa arka yüzünde belirenler de o kadar aydınlık!..

Çünkü 1980-90'ların eşyaya yönelik tüketim çılgınlığı çöpe gidiyor.

Yerlerini hayatı doyasıya tüketmenin çılgınlıkları alacak!

Duygularımızın üstüne örtüğümüz pahalı şalları sevmek yerine, duygularımızı sevmenin kapısı açılacak...

Uyduruk sloganlara ün kazandırmak yerine derin düşüncelere değer vermenin zamanı gelecek...

Biz istersek!

(Yarın da "mutluluk" üzerine devam etmeyi planlıyorum.)



<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap
HAFTANIN SOYLEŞİSİ
SABAH'ın Demokrasi Kürsüsü'nde sizde sesinizi duyurun

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır