Olaylara burnunu değdire değdire, gözlerini şaşılaştıracak ölçüde, çok yakından bakmanın ne anlamı var ki?
Afganistan'ın sürüp giden bombalanması...
Türkiye'de, kimsenin nasıl sonuçlanacağını kestiremediği ekonomik kriz...
Susurluk'un "ne şiş yansın ne kebap" limanına çekilmesi..
Avrupa Birliği'nin, Ankara'ya; "seni haylaz seni" dercesine parmak sallaması..
Soygunlar, vurgunlar, demagojiler, Meclis lokantası kavgaları...Ve bütün bu olup bitenlere; içi daralan bir izleyici olarak bakmaktan ötede, elinizden hiç bir şeyin gelmeyişi...
Keşke günlük gazeteler okuyucularına, 50 yıl önceki gazetelerin birinci sayfalarıyla magazin sayfalarının küçültülmüş birer kopyasını, ek olarak verebilseler...
Gazetelerdeki güncel haberlerle, 50 yıl öncesinin haberleri karşılaştırıldığında; insanların, farkına varmadan nasıl bir değişim seli içinde yaşayıp gittikleri, daha somut çıkardı ortaya...
Durduraksız bir değişim seli...Bir yanda Sultanahmet'teki Bizans Mozaik Müzesi, bir yanda Ayasofya'nın dibindeki Cafer ağa Medresesi...
Bu arada Neşe Düzel'in yeni çıkan "Türkiye'nin Gizlenen Yüzü" adlı kitabı hakkında da soruşturma açılmış...
Eee, doğal... Türkiye de, değişmemekte elinden geldiğince inat etmeli ki, Avrupa Birliği üyeliği tümden rafa kalksın...
Yoksa tehlikeye düşebilir oligarşik hipnozlarla afur tafurlar..
O zaman ne anlamı kalır ki, egemen kadrolar içinde, öne geçme tepinmelerinin?
Yeni arttırmalarla 370 bini de aşan resmi lojmanlar; 150 bin resmi araba; protokolde ön sıralar...
Çöküntü ülkeler listesinde en tepelere tırmanırken; "yaşam kalitesi" açısından Yunanistan'ın bile 59 basamak altında kalmayı da, görmezlikten gelirsin...
Ve bir de demagojik bir zıpkın fırlatırsın, Ankara'ya parmak sallayan Avrupa Birliği'ne:
- Yoksa siz Hıristiyan Kulübü mü olmak istiyorsunuz?
20 yaş kuşağı, farkında bile değil nasıl bir havuzda yüzmeye çalıştığının... Farkına vardığında ise, dileriz önündeki yaşanacak yıllar, çoktan iğneli bir fıçıya dönüşmüş olmasın..
Ne yapalım, kimseye hayat öğretilemez. Hayattan geçerken, kimlerin kaç "keşke..."yle yaşayacaklarının da, hesaplanamayacağı gibi..
Geçen pazar Cihangir'de yeni açılan Orhan Kemal Müzesi'ne uğradık.. 1950'li yılların ortaları...
Ankara Palas'ın bahçesinde, Dünya gazetesinin yazarlığıyla birlikte ortaklığını da, henüz elde etmiş olan Falih Rıfkı:
- Bizimkiler iyi gidiyor, diyor. Orhan Kemal'in bir romanını, 400 kağıda kapatıvermişler...
İstanbul'a geldiğimde Orhan'la buluşuyoruz.
Orhan'ın Yeşiltulumba'da, küçük bir evde kirada oturduğu yıllar...
Yeni açılan Gazi Köprüsü'nü, gece yarısından sonra birlikte arşınlarken, Orhan sevinçli:
- Haberin var mı, diyor, son romanı 400 papele verdim Dünya'ya...
Basınköy yılları... Orhan Kemal davetli olarak Bulgaristan'da.. Bir gün öğleye doğru telefon çalıyor, açıyorum. Bulgaristan'dan bir ses:
- Orhan Kemal'i kaybettik, diyor.
Gözlerim, o sırada bisikletle dolaşmakta olan Orhan'ın küçük oğlu Işık'a takılıp gidiyor...
Orhan Kemal Müzesi'nde Işık'la beraberiz. Fiyakalı fötr şapkasıyla Orhan Kemal'in fotoğrafları...
Efendim?.. Türkiye'nin durumunu mu soruyorsunuz?
Hiç sormayın, en doğru yanıtı yaşayacağınız yıllar verecektir size..