  
Mektup, faks,mail ve aşk
Neredeyse bir ay oldu; demiştim ki, "telefonla ayrılır çiftler; ama ayrılık mektupları ayırmaz, yakınlaştırır!"
Aşkın doğuşunu dile getiren mektupların çekingenlikle pervasızlık arasında kurduğu salıncağa ayrılık mektuplarında rastlanmaz...
İpin ucunu kaçırmış şairanelik de çoğu kez görülmez...
Bütün bunların yerini cesur bir düello alır ayrılık mektuplarında. Ve bu çarpışmada vuran da vurulan da birbirini sever.
Çünkü mektup sevgiliden bir parçadır; sıcaktır, ele gelir, dokunulur, neredeyse canlıdır...
***
Yine bunları düşünüyordum ki, geçen gün...
Aklıma yıllar önce (1994 müydü, 95 miydi?) aktör Daniel Day Lewis'in Fransız aktrist Isabelle Adjani'den ayrılışı geldi.
Siyah gözlüklerin arkasına sığınarak, paparazzi kameralarına yakalanmamak için hızlı adımlarla yaşanan yorucu bir aşktı...
O yıllarda medyanın ilgi odağıydı bu uzun sürmüş ilişki: Hafifçe asabi ve biraz melankolik ünlü bir genç adamla (yakışıklıydı, "Son Mohikan"dı!..) duygularını hep kendine saklar gibi görünen, güzelliği ayrıksı ünlü bir genç kadın... Herkes "ne olacak?" diye bekliyordu.
Daniel Day Lewis bir faks çekti Adjani'ye...
Faks!
"Bitti" dedi; "İlişkimiz bitti."
Asıl çarpıcı söz, bir faks mesajının bile altından kalkamayacağı kadar keskindi: "Seni görmek istemiyorum!"
Herhalde önce mesajının kalitesini belirlemişti; standard, fine, superfine... Hatta bu işi kendi bile değil, herhalde sekreteri, yardımcısı filan yapmıştı. Bir parmak "start" düğmesine basmış, Londra'da makinenin merdanesine giren kağıt Paris'te bir aşkın bittiğini haber vermişti...
Susturucu takılmış bir namludan hızla çıkan mermi gibi işi bitirmişti.
Soğuk ve sessiz...
Uzaktaki kadına; Adjani'ye kalan ağır ağır "ölmek"ti! Ya da derhal yeni, yepyeni bir hayata başlamak! İkincisini yapmıştı Adjani; faksın soğukluğu onun da içini çarçabuk soğutmuştu. (Mektup olsaydı Lewis'in yazdığı, böyle mi olurdu?
***
Şimdi elektronik posta çağı: mail'ler mail'leri kovalıyor; bir mail ötekini kışkırtıyor; "mailleşip" duruyoruz!
Peki, mail'de ne oluyor? Aşkı ele avuca sığdırabiliyor mu mail? Ayrılığın altını çizebiliyor mu?
Dikkatimi çeken bir şey şu: Mektupların "madde hali", insanın kendini kasmasına yol açıyordu. Çünkü yazan kırgınlığını dile getirdiyse içiniz acıyordu; suçluluk duygularınız kabarıyordu. Aşkını döktüyse satırlara, üzerinize garip bir ağırlık çöküyordu. Belki bundan; çoğu mektup yazılıyor ama gönderilmiyordu...
Mail (e-mektup) ise sanki tüy gibi hafif...
Maddeden yoksun sanki...
Bir "tık"la yok oluyor mail, yırtmak, ateşe tutmak yok; sadece bir "tık!"
O yüzden de "yaz yazabildiğin kadar!" Dahası cesaretle iddia edebilirim ki, "uydur uydurabildiğin kadar!"
Sözün ağırlığının duyguların ağırlığıyla çakışması, hesaplaşması, uyuşması gerekmiyor. Klavyenin üzerindeki parmaklar kadar hızlı dökülüyor sözcükler; yamuk yumuk, kesik kesik, imlasız imasız...
Heyecan yok mu bütün bunlarda?
Var... Hem de nasıl! Ne telefona, ne mektuba benziyor; faksla elbette ilgisi yok.
Heyecan bu hızın, bu hafifliğin ta kendisinde...
"Bir daha, bir daha; demek yanıt ha, o zaman al sana benden de bir yanıt! Yanıt yok mu, o zaman hemen bir soru daha... Aşk yok mu, o zaman al sana arka arkaya gelen mail bombardımanı! Aşık mıyız birbirimize, o halde hani posta kutumda yeni mail'in?"
Yaz, yaz, yaz...
(Merak etmeyin; sıra cep mesajlarını konuşmaya da gelecek!)
ALTYAZI
Şerif: Barışı sevmez misin ahbap?
Filmin adsız kahramanı: İnsan bilmediği şeyi nasıl sevebilir ki...
(Sergio Leone'nin 1965 yapımı muhteşem western'i "Bir Avuç Dolar İçin"den bir diyalog. Gönderen Gürel Yurtsever'e teşekkürler)
|