kapat
15.10.2001
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi

www.ekdilamerica.com
Dünyadan
Spor
banner
Magazin
Kampüs
Astroloji

Para Durumu
Hava Durumu

Bizim City
Sizinkiler

GREENCARD
Sarı Sayfalar
İstanbul

Cumartesi Eki
Pazar Eki

Künye
E-Posta
Reklam
Arşiv

A T V

Win-Türkçe
ASCII

 

Yollar aynı, ıssız... İstikamet meçhul


Kandehar'a gidiyoruz... Uçak pisti misali otobandan bozuk yollara, bozuk yollardan yine otobana... Vaktiyle İngilizler yapmış bu yolları, sonra Ruslar devam etmiş
Herat'tan çıkarken enfes bir otobana girdik. Bunun ilk yüz kilometresi vaktiyle İngilizler tarafından yapılmış. Şimdi Ruslar bunu Kandehar'a uzatıyorlarmış; Kandehar'dan Kabil'e kadar olanını yapmayı da Amerikalılar üstlenmiş.

Asfaltın iki tarafı da ağaçlıklıydı. Gelip giden başka hiçbir araba yoktu. Dümdüz bir asfaltta yağ gibi kayıyorduk. Serin serin, püfür püfür, rahat rahat Herat'tan Kandehar'a gidiyoruz. Aramızda:

- Bütün yolculuktaki en iyi günümüz bugün galiba, diyoruz.

Ne bilelim ki sonunda anamızdan emdiğimiz süt burnumuzdan gelecek. Nasılsa benzin depolarımız dolu, su yetecek gibi... İngilizler'in yaptığı ağaçlıklı asfalt yüz kilometre sonra bitti. Burada yol ikiye ayrılıyor; biri eski yol, öteki Ruslar'ın yapmakta olduğu, henüz trafiğe açılmamış yeni yol...

Yeni yolun başındaki nöbetçilere izin belgemizi gösterdik ve daldık yola... Yol değil hava meydanı pisti... Geniş geniş beton blokları yanyana koyup aralarını asfaltlamışlar. Ne çukur, ne kavis, ne viraj... Gün öğleye döndükçe arabanın termometresi otuz beşten kırka, kırktan kırk beşe, kırk beşten elliye yükselmeye başladı... Camlardan rüzgar değil, cehennem alevi vuruyor yüzümüze...

NE BİR KÖY, NE DE İNSAN
Suları mataralara dolduruyor, buz tenekesiyle soğutuyor, fakat termoslarda biriktirmeye vakit kalmadan bitiriyoruz.

- Bir yudum içeyim.

- Bir yudum da bana ver...

- Bir yudum da bana...

Birden müthiş bir sarsıntı oldu... Araba sağa sola savruldu. Anladım, arka lastik güm... Krikoyu, istavrozu, stepneyi çıkardık... Ortalıkta in cin yok... Sade muhteşem beton yol ve sıcak... Ama bildiğimiz gibi bir sıcak değil, patlayan lastiğe elimizi süremiyoruz, öylesine kızmış...

Değiştirdik lastiği. Binde bir geçen şantiye kamyonları lastiklerini soğutmak için kırbalarla su taşıyorlar. Bizim hiç aklımıza gelmedi bu. Yolun üstünde ne bir köy, ne bir benzin istasyonu, ne bir adam... Kazara bir arıza yapsa araba, çakılıp kalacağız. İki yüz kilometre de bu uçak pistine benzer yolun üstünde gittik. Derken yolun tamamlannmış kısmı sona erdi. Ruslar parça parça yapıyorlar bu yolu. Elli altmış kilometre toprak, sonra arızalı bir yol, arkasından tekrar beton...

Arada şantiyeler, greydelerler, ekskavatörler... Ama pek adam görünmüyor ortalıkta. Sonradan anladık ki, güneş battıktan sonra projektörlerle gece çalışıyorlar.

İKİNCİ LASTİK FACİASI
Git Allah git... Haritada hesabediyoruz, iki yüz elli kilometre kaldı Kandehar'a dayan... Yine mahut hayaller kıpırdamaya başladı içimizde, Kandehar'da doğru dürüst bir otel buluruz, diye... Buz gibi bir bira, bir duş...

Buz tenekesinde buzlar çoktan eridi, suyumuz da bitmek üzere. Dudaklarımız kuruyor. Yutkunalım, diyoruz yutkunamıyoruz. Terler alnımızda boncuk boncuk... Termometre kırk yediye yapışmış.... Ne bir ağaç, ne bir gölge...

Tekrar bir sarsıntı... Arka lastik yine güm... İkinci stepneyi çıkarıyoruz. Bir de bu patlarsa... Sıcak, sıcak, sıcak...

Afganlı nazikti

Amerikalı ters

Kandehar'a vardık. Bira istiyorduk, Amerikan kulübünde bulunurmuş. Amerikalı tersti, bar kapanmış. "Sıcak Afgan suyuna" talim...

Bozuk yollar, arkadan yine beton otoban... Derken otoban bir uçurumla kesiliyor, köprü henüz yapılmamış... Haydi dön geri... Ah bir bira olsa, bir soğuk koka kola... Keşke İran'dan yanımıza biraz portakallı gazoz alsaydık...

- Termosa gazoz konmaz ki...

- Konur.

- Konmaz...

Sinirler azıcık bozuk gibi.

- Su kaldıysa versene bir yudum.

Mataralar, termoslar tersine döndü... Son yudum su...

Güneş ikindiden akşama kayıyor, termometre henüz kıpırdamıyor. Hep kırk yedi, hep kırk yedi...

- Yahu gerçekten de su kalmadı mı?

- Kalmadı. Sadece camları yıkamak için aldığımız o mahut su var.

- İçilmez ki o meret, mikropludur.

- Üstelik sıcaktan kaynamış...

Konuşmuyoruz, motorun sesi...

- Kaç kilometre var?

- Yüz on...

Kimseden ses seda çıkmıyor...

- O mikroplu su içilmez değil mi?

- İçilmez...

GREŞK'E VARINCA...
- Kaç kilometre kaldı?

- Doksan beş...

Termometre kımıldadı, kırk yedi kırk beşe düştü.. Güneş ufka yaklaşıyor. Ortalıkta hâlâ kimsecikler yok...

- Haydi dayanın, bir varalım...

Akşam oldu, hava serinliyor, derece otuz sekiz...

Oh geliyoruz... Göründü Kandehar... Saptık Kandehar'a... Alacakaranlıkta küçük küçük dükkanlar. Dükkanların önünde lambalar yanmış... Afganlılar çömelmiş konuşuyorlar...

- Pek şehir hali yok burada,

- Soralım birisine bakalım...

- Kandehar mı burası?

- Hayır, Greşk.

Sen, yana kavrula Kandehar'a geliyorum, diye gel gel de Greşk'e gel ve öğren ki daha yüz yirmi beş kilometre var Kandehar'a... Kimsenin ağzını bıçak açmıyor... Basıyoruz gaza...

Greşk'i geçerken köpüre kabara, taşa taşa akan bir ırmak gördük. Tertemiz, cennet gibi... İki Alman turist soyunmuşlar, yıkanıyorlar. Durup girelim şu suya, diye bir arzu geçti içimizden. Ama kimse kimseye bir şey tekif etmeye cesaret edemiyordu.

Geçmişi tazelemeye hazır, vaadli bir gülüşle uzaktan bakan eski bir sevgiliye, içi kan ağlaya ağlaya selam vermeden geçen gururlu fakat salak bir aşık gibi geçtik o canım suyun yanından...

Artık iyice gece olmuştu, gökte yıldızlar parlıyordu. Kimsesiz yollardan meçhule gider gibi gidiyorduk...

TAŞRA KASABASI GİBİ
Şehir göründüğünde vakit gecenin on buçuğuydu. Kandehar hiç açmadı bizi. Fazla bir şey ummuyorduk, ama bu kadarını da beklemiyorduk. Bizim taşra kasabalarından daha da sönüktü. Herat'tan bir otel adresi almıştık, aramaya başladık. Otel değil, Afgan pilotlarının kaldığı bir yermiş orası. Doğrusu nazik adamlarmış, bizi hemen buyur edip derdimizi dinlediler. İçlerinden biri otel bulmak için bizimle geldi.

- Bira var mı acaba otelde?

- Zannetmem, diyordu.

- Başka içilecek soğuk bir şey?

- Zannetmem.

Bira ancak Amerikan Kulübünde bulunurmuş. Oraya uğradık. Amerikalılar gayet ters davrandılar.

- Bar kapandı, bira yok, dediler.

Soğuk bir şey de yok. Bardak bardak sıcak su içtik.

YARIN
* Küçük çocuk kamçıyla terbiye edilirken polis sırıtıyordu...

* Koca Kabil'de 3 tane kaloriferli ev vardı.

Çetin ALTAN'ın Kabil anıları-2

www.superbahis.com
www.sigortam.net

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır