  
Kaba gerçek ve saflık
Şimdi varsa yoksa ekonomik kriz... Yalan değil, benim için de sabahları hayatı, sevdiklerimi, işi, kahvenin mis kokusunu düşünerek başlamıyor gün. Önce kafamda bir "kriz" fikri oluşuyor; akşamdan kalma bir başağrısı gibi...
Kızıyorum kendime, isyan ediyorum bu kilitlenmeye... Yine de gerçek bu!
Ancak şu yalana da öfkeleniyorum: Kriz bitse bütün sorunlar bitecek sanki... Sanki kriz bitse adam gibi adam olacağız; kriz bir bitse yüzümüzde gülücükler açacak, kriz bittiğinde güneşli günleri bile balçığa bulayan ruh çamurlarımız çekip gidecek!.. (Yok ya!..)
Bugün bunları düşünerek yola düştüğümde daracık caddenin kenarında ilkokul öğrencisi iki kız çocuğunun dehşet içinde el ele tutuşmuş beklediklerini gördüm. Karşıdan karşıya geçeceklerdi ama kimse aldırmıyordu onlara.
Yavaşladım ve durdum. Karşı şeritte çok uzakta ağır ağır gelen bir taksi vardı. Ona da güvendim ve çocuklara "haydi geçin" işareti yaptım. Ama taksi şoförü müthiş bir umursamazlıkla gaza bastı birden ve yol vermeden, neredeyse çocukların üstüne sürer gibi geçti!.. (İyi ki bana uymadı çocuklar, yoksa ezilirlerdi!)
Durmak zoruna gitmişti taksicinin. Ne diye frene basacaktı; fren müşteri almak içindi, durmak için değil! İki minik yavrucak için "koskoca taksi" 20 kilometre süratle bile gidiyor olsa, duramazdı!.. Karşı şeritteki arabalar durup yol vermişlerdi ama herhalde onlar da "avanak"tı...
Geçerken yüzüne baktım şoförün; kesinkes onun da aynı yaşlarda çocukları vardı. Sırf o yüzden durup yol verebilirdi belki!
Hayır!.. Onun çocukları başka bir "mahalle"deydi. Artık hayatımızda başka mahalle, başka dünya demekti...
O şoförün taksi veya özel arabada olması da belirleyici değildi elbette. Aramızdaki tek bir örnek de değildi. Hepimiz sık sık onunla yer değiştiriyor, aynı rolü, aynı kişiliği üstleniyorduk...
Ne olacaktı şimdi? Kriz bitince bu hoyratlıklarımız, şehirli hayat anlayışıyla tabandan zıtlıklarımız da bitecek miydi?
Babalarımızın-dedelerimizin adabından koptuktan sonra yerine yeni ve insancıl başka bir davranış kültürü koyamayışımızın krizle ilgisi mi vardı?
Her mahalleyi birbirine kayıtsız, hatta düşman dünya haline getiren çarpık şehirleşmemiz, kriz bitse düzelir miydi?
Bu soruların yanıtı çok açık...
Yoksa ben bütün bildiklerimi, sosyolojiyi, psikolojiyi, antropolojiyi, bilumum lojik teçhizatımı unuttum da, çok mu saflaştım?
OKURLARDAN
ABD medyasına eleştiri
Hani ABD medyasının 11 Eylül felâketini aktarma biçiminin bütün yayıncılara "etik" ders içerdiği görüşüne katılmadığımı; Amerikalıların insan acısını aktarıp bütün dünyada "empati" yaratmakta başarısız olduklarını yazmıştım ya...
Ve okurlardan ilginç tepkiler aldığımı belirtmiştim; kimisi kızmıştı bana, kimisi ABD medyasının seçiminin "etik" değil, yanlış bir politik tercih olduğu fikrime katıldıklarını yazmıştı.
Okur yorumlarından üçünü özetleyerek buraya alıyorum. Üzerlerinde düşünmeye değer.
* "Empati hissinin oluşturulmadığı görüşünüze katılıyorum, ama başka türlü davranılsaydı bile ABD hakkında herkesin karnından mırıldandığı 'rüzgâr eken fırtına biçer' fikrini altetmek zor olurdu. Asıl adaletsizlik fırtınayı binlerce masum insanın biçmiş olması." A.Y.
* "Reha Muhtar haberciliğini iğrenç buluyorum ama Amerikan medyasının gerçekten bu işi yüzüne gözüne bulaştırdığı da bir gerçek. Görüntüler ancak eylemin ne kadar muazzam olduğunu vurguluyor. Ben de her seyredişimde "vay be!" diyorum. Üç yıl sonra kimsenin aklına feci şekilde yanarak ölen insanlar gelmeyecek, Filmlerdeki gibi patlayan gökdelenleri hatırlayacağız." U. Ö.
* "ABD medyası olay sonrası iç bayıltan ceset manzaraları vermemekte haklı olabilir. Ama insanların acılarını gerçeğiyle yansıtabilmeliydi. O zaman bu olay "en büyük terörist saldırı" değil de, dünya tarihi için dönüm noktası olabilecek biçimde, enkaz altındaki altı bin insanın kanı üzerinde yükselecek 'insani' bir tarihin başlangıcı olabilirdi ve ayrıca başka ülkelerdeki insanların benzer acıları her gün yaşadığı konusunda da Amerikan kamuoyunda fikir filizlenmeleri doğabilirdi." A. T.
|