Uçak gelir ötmez mi, mazotunu dökmez mi?
Ailecek bünye olarak birşeyin yolunda gitmesine alışık değiliz.. Birşey yolunda gittiği zaman içimizi "Bir şeyler eksikmiş" gibi bir duygu kaplıyor.. Bu duyguyu kızımı uğurlarken az daha yaşıyordum.. Bereket işler aksadı..
Yurt dışında okuyan kızımı Londra'ya uğurlamak üzere havaalanına gittim..
"Gittim.." dedimse normal ailelerin gitmesi gibi vaktinde yola çıkıp, vaktinde havaalanına ulaştığımızı varsaymayın..
Bende bir yere vaktinde varamama özürü var, genetik yollardan aynen kızıma da geçmiş..
Uçak 08.45'te kalkacak.. Eh, nereden baksanız iki saat önce alanda bulunmak lazım..
Aklıma Amerika'da yaşananlar geldiğinden "Kızım.." dedim.. "Şimdi terör var diye alanda olağanüstü kontroller başlamıştır.. Bu da zaman kaybettirir.. Biz işi şansa bırakmayalım.. Yarım saat daha erken gidelim.."
***
Bavulunu geceden hazırlattım.. Daha doğrusu bavullarını..
Bir bavula elbiseydi, kazaktı, gömlekti; pılı pırtı doldurmuş.. Diğer bavula da silme yiyecek..
TANSAŞ'ta vakumlanmış ne varsa bunun bavulunda birer numunesi var.. Vakumlanmış sucuk.. Vakumlanmış peynir.. Vakumlanmış zeytin.. Vakumlanmış bilmem ne..
Bu bavul neyin nesi?
- "Kızım bunlar ne?" diye itiraz edecek oldum.. "Ay baba yiyecek onlar.." diye zekice cevap verdi.. Sanki biz sadece küspe ile besleniyoruz, o yüzden market yiyeceğini tanımıyoruz..
- "İyi de ne diye götürüyorsun.. Londra'da salam, zeytin yok mu?" diye bir daha yüklendim.. Buradan götürdüklerini daha çok seviyormuş.. Hem gider gitmez marketten alışveriş edemezmiş, okula gitmesi lazımmış..
Bir bavul yiyecek diye gözünüzde büyütmeyin.. Kızım beslenme alışkanlıkları açısından belgesellerden bildiğiniz "Tazmanya Canavarı"na benzer.. Bir günde ağırlığının dörtte üçü kadar yiyebilir, üstelik kilo almaz..
O yüzden bavul dayansa dayansa iki gün dayanır.. Yani bavulla yiyecek taşımanın mantığı yok.. TIR'la nakliyat daha mantıklı..
İçimden "Neyse götürsün, bari bu sefer kavga ile çıkmayalım yola.." diye geçirdiğimden üstelemedim.. Bir an evvel alana yetişmeye bakıyoruz.. Saat 04.00'de kaldırmıştım.. Saat 06.30 olmuş biz hala hazır değiliz..
Üç kez daha aynaya baktı.. Dört beş kez daha bavulları açıp içine bir şeyler tıkıştırdı..
Ben bileti evde unuttum.. O pasaportu son anda hatırladı.. Yediye on kala yola çıktık..
***
Yani gelenek değişmedi, biz her seyahatimizde olduğu gibi havaalanı yolunu rallici kıvamında aldık.. Alana girerken aklıma geldi ki "50 dolarlık fonu.." almayı unutmuşum..
Eyvah! Ya şimdi açık banka yoksa, diye hayıflanırken girişte bir fon bileti masası gördüm.. İnsanlar kuyrukta.. Görevliler ile tartışıyor.. Kimi yanında Türk lirası getirmemiş.. Görevli memur 50 doları kabul etmiyor..
Onun yerine itibarı hükümet kararı ile daha yüksek ilan edilen Türk lirasında ısrar ediyor..
Çıkış fonunun yasası dolara endeksli, uygulaması itibarlı liramıza..
Bizimki talebe olduğundan ona gerekmezmiş, elli doları kurtardık diye sevine sevine uçuş kartını almak üzere kontura gittik..
Bir zeka örneği de ben verip, sıraya tersten girdim..
Sıranın en sonunda durmam gerekirken en başta durduğumdan ilk boşalan gişeye yapıştım.. Sıradakilerin çoğu Japon.. Türk-Japon dostluğuna halel getirmemek için itiraz etmediler..
Bizimkilerden biri "Aslında yanlış yerden sıraya girdiniz ama olsun.. Sizi seviyoruz.. Bu kadarcık ayrıcalığınız olsun.." deyince utandım ama yapacak birşey kalmamıştı..
Bavulları tartıya koyduk.. İkisi 38 kilo.. Oradaki görevli 15 kilo fazlanız var, dedi.. Yani ekstra ücret ödeyeceğiz.. Kızım "Ama ben 80 kilo bagajla geldim, para ödemeden.." diye itiraz edip kendi kendini ihbar etti..
Görevli "On kiloya kadar idare edebilirim ama beş kilonun parasını ödeyeceksiniz.." deyip son sözü söyleyince yeniden bilet ofisine yollandık..
Beş kilo Londra ver..
Ofiste iki kızcağız çalışıyor.. Her birinin önünde dörder beşer müşteri var.. Normal şartlarda işimizin beş dakikada bitmesi lazım..
Fakat büyüklerimiz nedense bu iki kıza koçan kesme dışında yetki varmemişler.. Müşteri bilete dair ne söylese gidip amirlerine soruyorlar.. Amirleri de başka bir ofiste olduğundan her soru-cevap işlemi beş dakika alıyor..
Aksi gibi kuyrukta bekleyen müşterinin çoğu da biletini başka bir uçuş için değiştirmek isteyenler..
Ayrıca bazı teknik sorunlar da var.. Temsil iki kız tek bir zımba makinesi kullanıyor.. Biri makineyi alıp bileti zımbaladıktan sonra sağına koyuyor.. Zımba diğerine lazım olduğunda yerinden kalkıp arkadaşının sağındaki aleti alıyor, işi bitince de kendi soluna koyuyor..
Her işlem zaman kaybı.. Zımbayı aralarına koysalar mesele yok..
Sadece bu zımba meselesi beni strese sokmaya yetti.. Zaman daraldıkça daralıyor.. İşin daha pasaport kontrolü, güvenlik kontrolü var..
***
Önümüzde bir Japon çift var.. Bilet değiştirecekler.. Adam zengin.. Saçları ağarmış.. Yanındaki kadın ise aynı yaşta ama kafayı tabanca boyası ile siyaha boyadığından daha genç duruyor..
Bir ara geriye döndüğünde yüzünü gördüm.. Yaşadığı her yıl için iki çizgi var yüzünde.. Ofisin kızları da adamın derdine derman olamıyor..
Aslında adamın istediği basit.. Kendisine başka karısına başka bilet alacak.. İkisi bir biletle gelmişler.. Ayrı ayrı yerlere iki biletle uçacaklar..
Adam belli ki Japonya dışına ilk kez çıkmış.. Diğer milletlerden kadın görünce gözü açılmış.. Fırsat bu fırsattır, deyip kadını başka yere uçuracak.. Özünü kurtaracak!
İnce ama faydalı bir plan..
Japon çifti savmak kızların yarım saatini aldı, biz de kırk dakika kaybettik.. Beş kilo yük için elli dolar verip pasaport kuyruğuna koştuk..
Pasaport kuyruğu diye bellediğiniz yer ayrı bir alemdir.. Aslında Hayber geçidinden beterdir.. Ki buraları ayrı bir yazı konusudur..
Kızım pasaportu geçip el salladığında uçağın kalkışına on dakika vardı.. Son ana kadar cep telefonu ile takip ettim.. Meğer küçük bir rötar varmış, o sayede yetişmiş..
Görevini yapmış bir babanın huzuru ile eve döndüm..
|