Bir türlü serinlemek bilmeyen bir gecede, balkon kapısı açık bir odanın, ince pikesi de tepilmiş karyolasında; uzaklaşıp yaklaşan birkaç sivrisineğin vızıltısını, yarım yamalak terli bir uykunun körlüğü içinde duya-duymaya, bir o yana dönmek, bir bu yana...
Kalkıp kapatmak kapıyı, yakmak ışığı ve avlamaya çalışmak sivrisinekleri... Yahut boş vermek sivrisineklere... Yarım yamalak uykuyu da bozmamak. Ola ki başka bir yere gider sivrisinekler...
Ama, işte en keskininden yaklaşan ince vızıltı... Nereye kondu ki meret?.. Derken bir yanma omuzun üstünde... Karanlığın göbeğinde çat diye bir tokat omuzun üstüne... Ve uzaklaşan vızıltı, sonra yine yaklaşan vızıltı...
Çare yok, kalkacaksın, kapıyı kapatacak, ışığı yakacak ve başlayacaksın sivrisinekleri aramaya...
Nah işte, biri duvarın tavana yakın yerinde, öyle duruyor. Çık karyolanın üstüne, zıplayıp yaylanarak şaplağı indir...
Kaçtı namussuz...
Bir ikincisi, ince vızıltıyla burnunun ucundan geçiyor... Bir anda birbirine çarpan iki el... Yok, onu da yakalayamadık.
Bak bak bak, karyolanın ayak ucuna konmuş bir tanesi... Haydi o yöne doğru yönelen vücut, uzanan kol ve inen tokat...
Hükümet düşecek mi dersiniz?
Bırak şimdi hükümeti... Saat kaç acaba? Üçü yirmi geçiyor daha...
Amma sıcak yahu...
Sol baldırda kaşınıp duran kırmızı kırmızı kabarık baklalar... Omuzda da öyle... Hart hart kaşı hepsini...
Al limon kolonyasını, dök kabarmış kırmızı baklaların üstüne...
Güney Vietnam'dan kaçanlar, sığınacak hiçbir yer bulamıyorlarmış.
O tantanaya, o milyarlık servete rağmen Şah da bulamıyor ya doğru dürüst sığınacak bir ülke...
İngiltere kraliçesi eliyle bir mektup yazmış Şah'a:
- İsterseniz gelin buyurun İngiltere'ye, demiş...
Şah'ın bu mektuba ne yanıt verdiği bilinmiyor.
Kulağın dibinden geçen ince bir vızıltı... Ve hemen kulağın üstüne inen sağ elin tokadı...
Tuvalet masasının önünde, bir arada duran iki sivrisinek...
Usul usul bir adım ve bir tokat daha... İkisi birden ince bir kan çizgisiyle yapışıp kaldı orada...
Tanrı'nın belaları...
Dünyadaki sahte paraların yüzde doksanı Fransa ile İtalya'da basılıyormuş...
Gecenin bu saatinde tam akla gelecek konu...
Gidip buz gibi bir maden suyu mu açsam, yoksa bir bira mı? Bira mide gastritini azdırır mı acaba?
Sağ kolda da kabarmış kırmızı bir bakla... Orayı da hart hart kaşıyıp üstüne bolca limon kolonyası...
Kolonyanın serinliği sadece bir an sürüyor... Kaşıntıyı alıyormuş gibi insanı aldatan, taze serin bir an...
Yastığa doğru uçan ve derken kaybolan bir sivrisinek daha...
Keşke açmasaydık şu balkonun kapısını...
Nükleer savaşın ilk dakikasında, onsekiz milyon insan ölecekmiş...
Viyana doruğu, havayı yumuşatmışa benzer...
Amerika da enflasyonist baskılar altında, silah endüstrisini kısıtlama yolları arıyor, ister istemez... Sovyetler ise ordu harcamalarını azıcık frenleyebilseler, yaşam düzeyiyle ilgili bazı sorunları çözecekler... O nedenle her ikisi de yumuşama politikasından kolay kolay vazgeçemez... Bütün sorun yumuşama manevraları ortamında insiyativi elden kaçırmamak; karşılıklı verilen ödünlerde itibar zedelenmesine uğramamak...
Ulan nereye gitti o yastığa doğru uçan sivrisinek?..
Nikaragua'da da işler kızıştı... Somoza iyice zor durumda... Bakalım Amerika nasıl bir tutum takınacak Nikaragua'da... Bayağı merak ediyorum... Üç-beş güne kadar çıkar kokusu.
Kaç oldu saat? Dörde on var daha...
Zavallı Henry Fonda... Kalbinde bir pil, ciğerlerinde bir tümör, bacağının tıkanmış damarları ve prostat kanseriyle hastanedeki yatağında ölümü bekliyor.
Jane Fonda 1979 Oscar'ını alır almaz babasının yanına koşmuş. Kucaklaşmışlar. Hanry Fonda:
- Her gelen günü son günüm diye düşünüyorum, diyor; geçirdiğim görkemli yaşamdan sonra ölümden korkmak doğrusu nankörlük sayılır benim için...
Aşkolsun yürekli adammış...
Bak nereye konmuş köpoğlu.. Tam pikenin kıyısına.. Pat bir tokat.. Ve ince bir kan pisliğiyle yapışıp kalan bir sivrisinek..
Duvarlar da pislendi, tuvalet masası da pislendi, pike de pislendi..
Balkon kapısına tel bir kapı daha yaptırmak gerek.. Yahut hiç açmayacaksın kapıyı..
Altmış beş yaşındaki Katherine Hepburn'e Colette'in bir romanındaki aşk sahnesini çevirmesi; yani çırılçıplak soyunup, on yedi yaşındaki bir oğlana sevişmesini öğretmeyi kabul etmesi için, tam bir milyon dolar önermişler.. Kadın reddetmiş.
"Aşktan, soyunmaktan, sevişmekten vazgeçtiğim için değil, böyle bir rolden para kazanmaya kalkmayı, aşağılık bulduğum için", diye de öneriyi geri çevirmesinin nedenlerini açıklamış...
Hâlâ daha serinlemedi hava...
Sivrisineklerin hepsini bitirdik galiba.. Elektriği söndürüp yatmalı...
Meclisler tatile girinceye kadar dayanabilir mi acaba Sayın Ecevit?.. Bana dayanır gibi geliyor..
Biraz uyusak artık yahu...
O da ne... İnceden bir vızıltı... Hem de tam kulak memesinin dibinde... Çat... Bir vuruş... Uzaklaşan vızıltı...
Sonra yine yaklaşan vızıltı..
Kalkmak yahut kalkmamak...
Vallahi bu gece beni kahretti bu sivrisinekler...
Not: 22 yıl önce yazılmış bir yazı... "Güneş"den...