kapat
13.04.2001
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi

www.ekdilamerica.com
Dünyadan
Spor
banner
Magazin
Kampüs
Astroloji

Para Durumu
Hava Durumu

Bizim City
Sizinkiler

GREENCARD
Sarı Sayfalar
İstanbul

Cumartesi Eki
Pazar Eki

Künye
E-Posta
Reklam
Arşiv

A T V

Win-Türkçe
ASCII

 
HINCAL ULUÇ(uluch@sabah.com.tr )

İkinciliği kazanmak.. Şampiyonluğu kaybetmek..

Türkiye basketbolde Avrupa İkinciliğini mi kazandı, yoksa şampiyonluğu mu kaybetti?.. 12 Dev Adam sarhoşluğunu artık üzerimizden atıp bu önemli farkı düşünmeye başlarsak eğer, 2002 Dünya Şampiyonası, 2003 Avrupa şampiyonası (Ayni zamanda Olimpiyat elemeleri) ve 2004 Olimpiyatlarında çok daha güzel şeyler yapabiliriz.

***
Biz bu Şampiyonaya iyi hazırlanmadık..

"Sen ne diyorsun.. Çocuklar 2.5 ay kısa devre askerlik gibi hazırlık kampı yaptılar. Tam 13 hazırlık maçı oynadılar" diyebilirsiniz.. Yakın gözlüklerle bakınca öyle..

Ya biraz daha derinlere girince..

"Hazırlık" takımın 2.5 ay kampa alınıp 13 maç yapması değildir..

Hazırlık, çok da kapsamlı, çok daha topyekun bir çalışmanın adıdır..

***
1999 Avrupa Şampiyonası Fransa'da yapılır ve Türkiye 2000 Olimpiyatlarında oynama hakkını kıl payı kaybederken, "Bu takım 2001 yılında Türkiye'de yapılacak Avrupa Şampiyonasını kazanır" diyorduk..

Neden böyle diyorduk?..

Çünkü bu takım, Türk basketbolünün yakaladığı en mükemmel kuşaktı.. Yeniydi, işin başındaydı ve Fransa şampiyonası dahil 2 yıl hazırlandıktan sonra, kendi ülkesinde oynayacaktı. Oysa rakipler, Olimpiyat sonrası, artık eskiyen takımlarını değiştirecek ve 2001 yılında yeni bir başlangıç yapacaklardı..

Daha işin başında, onların devleri ile başa baş mücadele eden Türkiye, iki yıl sonra, ötekilerin yeni takımı önünde, hem de kendi sahasında tabii favori olacaktı..

Öyle olunca artık iş, bu iki yıllık planlamayı, sporcusu, yöneticisi, seyircisi, kulüpleri, teşkilatı ve devleti ile topyekun yapabilmekti.

Yaptık mı?..

Yapabildik mi?.

***
Yalçın Granit "Basketbol takımına, point guardın kadar konuş derler" diyor.. Yani oyun kurucu, top getiricin..

Basketbol takımlarının Pelesi, Maradonası, Hagisi, bu adamlardır, doğru..

Basketbolün en az bulunan, en pahalı, en kritik adamlarının ikincisi de, potanın dibinde oynayan, Centerler, Pivotlardır..

Türk milli takımının, 2001 Avrupa Şampiyonasında Kerem ve Hüseyin Beşok ile oynayacağını, daha 1999 yılında, bu ülkenin çocukları bile biliyordu..

Bu ikisinin kulübü, basketbole büyük yatırımlar yapan Efes Pilsen'di..

Ne yaptı Efes..

Galatasaray'dan aldığı Kerem'i nerdeyse cezalandırmak, köreltmek ister gibi, kenarda oturttu. Avrupa Şampiyonasındaki rakibimiz Mulaömeroviç'i oynatıp, onu geliştirdi, yetiştirdi. Adam Türkiye'deki şampiyonada evinde gibi oynadı.

Hüseyin Beşok gibi bir muhteşem fizik ve yetenek de, gene kenarda oturtuldu. Bu sırada Europe 2001'deki en büyük rakibimiz Yugoslavya'nın oyuncusu Drobnijak, basketbol uzmanlarının deyişi ile "Basketbolü Efes sayesinde öğreniyordu."

Mula ile Kerem'in, Drobnijak ile Hüseyin arasında dağlar kadar fark olsa, Efes'in bu tutumu mazur görülebilirdi. Oysa değildi. Hatta bizimkiler daha iyiydiler. Ama Efes tercihini rakiplerden yana kullandı.

Bu turnuvada Mula ve Drobnijak'ın turnuva geneli ve Türkiye özelinde nasıl oynadıklarını da gördünüz, Kerem ile Hüseyin'in verebileceklerinin onda biri ile nasıl çabaladıklarını da..

Peki kabahat kimde?..

Basketbol Federasyonu Efes'e küsüp, adeta kendisine rakip gibi göreceğine, "İdarecilik" yapsa, Kerem ve Hüseyin'in daha fazla oynamasını sağlayacak telkinlerde bulunsa, medyanın baskı yapmasını sağlayacak lobiler geliştirse, durum acaba gene böyle mi olurdu?..

Avrupa 2001'e, herhangi bir basketbol takımının en önemli iki adamı, point guard ve pivotu yumuşak karnımız, en zayıf yerimiz olarak geldik.

Peki Efes, milli takımı ve Avrupa Şampiyonasını düşünme gereği duymadı. Kerem'i köreltti, Hüseyin'i küstürdü, ya bizim 5 kişilik koçlar konsorsiyumu ne yaptı?..

Bütün bir sezonun nerdeyse dörtte üçünü, kenarda geçirdikleri dikkate alınarak, bu 13 hazırlık maçında Kerem ve Hüseyin'e, 30 dakikalık bir ortalama ile, oynama alışkanlığı sağlanamaz mıydı?.

Bu maçların pek çoğunu izledik. Bu iki kritik adam Kerem ve Hüseyin'e, maç eksikliklerini dikkate alan özel bir tutumun farkına varmadık..

..Ve de.. Kerem ve Hüseyin'in yeterli olamamaları halinde, hele rakiplerle boy ve oyun hızı farkının görülmesi durumunda Mehmet Okur'lu, Hidayet'i point guard olarak kullanıp, Harun'u İbo ile ayni anda oynatacak "B Planı" ileri sürenler, nerdeyse vatan haini ilan edilmedi mi?. Medya fikir söylemekten korkar oldu mu?.

Şimdi bu hazırlık için "İyi" demek mümkün mü?.

***
Bir ülkede saha avantajı, o sahada bol bol oynayabilmeden geçer.. Hele basketbolde..

Federasyon önce gurup maçlarını, çocukların alışık olduğu kent içindeki Atatürk Spor Salonu yerine, kent dışındaki, Aski'ye aldı.. Basketbolcular ulaşabildikleri herkese gidip (Bu arada bana da geldiler) bu kararı protesto ettiler ve kendi salonlarını istediler. Federasyon kabul etmedi. Oysa Abdi İpekçi gibi, Atatürk Salonu da elden geçirilebilir, çocuklara bu moral güç verilebilirdi. Gurup maçlarından nasıl kıl payı çıktığımızı hatırlayın..

Bir federasyon kendi takımına karşı böyle bir karar alabilir mi?.

Basketbol Federasyonu, Abdi İpekçi Salonunun bir yıl önce kendisine teslimini istedi. Salon revizyondan geçecek ve finale kalması yüzde 95 olan Türkiye, final öncesi bu salonda hazırlık maçları yaparak alışacaktı..

Oysa bakanlık bu ülkede başka kent, başka salon yokmuş gibi, güreş şampiyonasını bahane ederek Abdi İpekçi'yi vermedi. Verdiği zaman iş işten geçmişti. Salon, maçların açılışına değil, final turuna kılı kılına yetişti. Skorbord, maçtan 18 saat önce yerine takılabildi.

Yani Türkiye, kendi ülkesindeki turnuvada, Ankara ve İstanbul'daki salonlara, rakipleri kadar yabancı olarak çıkartıldı.

Şimdi bu hazırlık için "İyi" demek mümkün mü?.

***
Hele basketbolde maçlar sahada olduğu kadar masada da kazanılır.. İyi yönetici en azından masada kaybedilmesini önler..

Yığınla Olimpiyat, dünya şampiyonası izledim.. Hepsinde, ev sahibi takımlara nasıl hoşgörü ile bakıldığını, ev sahibinin, hatta nasıl resmen ve alenen tutulduğunu, desteklendiğini gördüm..

Hayatımda ilk defa, ülkemizde bunun tersinin yaşandığına şahit oldum.. Ertesi gün rakibimiz Fransa olabilecekken Fransız, İspanya olabilecekken İspanyol hakemlerle oynamak zorunda bırakıldık..

FİBA'da Hakem işlerini ayarlayan (!) Kotleba'nın ne mal olduğunu tüm basketbol camiası bilir.

Asıl dehşet verici olanı, İspanyol hakemin de ne mal olduğu yarı finalde ortaya çıkmışken, finali gene onunla yaşamak zorunda bırakıldık. Bir hakemin hem yarı final, hem finalde görev alması dünyada görülmüş uygulama değildir.

Basketbol gibi, bir hakemin, çaldığı, ya da çalmadığı düdüklerle kazananı rahatça belirleyebileceği bir spor dalında, federasyonun bu kadar etkisiz, bu kadar sessiz kalabilmesini anlamak mümkün değil.

Her maçın hakemi bir gün evvelden açıklanırken, final hakemlerinin maç sabahı ilan edilmesini bile değerlendirmekten aciz bir yönetimle karşı karşıyayız..

Niye saklıyor Kotleba, hakemini.. Çünkü cumartesiden açıklasa, İspanyol hakeme gene görev verildiği öğrenilse kıyamet kopabilir. Maç günü emrivaki yaparsan, en azından medyayı susturmuş olursun..

Şimdi, ev sahibi takım bu oyuna gelir mi?.. Ev sahibi takımın federasyon başkanı, hadi önceden ilişkileri kurmayı beceremiş, İspanyol hakemin adı "Kör parmağım gözüne" açıklandığında elini masaya vurup "Takımı çekiyorum" diyemez mi?.. FİBA bu skandalı göze alabilir mi?.. Alamaz, ama o zaman bizimkilerin FİBA ile arası açılır. O zaman aman sus, Türkiye yenilsin, ama bizim ilişkiler kopmasın..

Bu federasyon güçlü olsa, bu federasyon kapalı kapılar ardındaki oyunlara karşı önlemlerini alsa, FİBA Genel Sekreteri Yugoslav Stankoviç ve onun yardakçısı Kotleba, oyunlarını bu kadar pervasız, bu kadar açık oynayabilir miydi?..

Osman Solakoğlu dönemlerini hatırlıyorum.. Osman Ağabey FİBA'yi öylesine avucunun içine almıştı ki, Türkiye'nin kritik maçlarına, geçin bizim istemediğimiz hakemin atanmasını, Osman Ağabeyin istediği adam gelirdi..

Naim Pintu muydu, neydi, bir Arnavut nerdeyse bizim resmi ve milli hakemimiz olmuştu..

Hani nerde o diplomasi bugün..

Hazırlık sadece sahada yapılmaz. Masa başında da yapılmalı ki, bir satılmış adam, bütün emekleri yok etmesin.. Biz yapabildik mi?..

Şimdi bu hazırlığın "İyi" olduğu söylenebilir mi?..

***
12 Dev Adam klibi televizyonlar tarafından her fırsatta yayınlanmaya başlamasa.. ( Burada bir önemli parantez..Teşekkürler Garanti Bankası.. Fikret Ünlü, bugüne kadar yapılmış en görkemli devlet töreni ile Garanti Bankasını onurlandırmalı ki, ötekiler, bu şampiyonaya sponsor olmayı reddeden ötekiler, kıskansın, gıpta etsin ve hatalarını iyice görsünler.. Öyle bir onur olmalı ki, tüm güçlü firmalar özensin ve bundan böyle sponsor olmak için yarışsın..)

Evet.. Garanti Bankası olmasa, Türkiye'nin Europe 2001'den haberi olmayacaktı..

Bir medya ülkesinde yapılacak, kendisinin favori olduğu şampiyonaya bu kadar kayıtsız, bu kadar uzak kalabilir mi?..

Yukardan beri saydığım hazırlık noksanları, zamanında medya tarafından ele alınsa, eleştirilse, bu kadar yanlışı yapar mıydık, yoksa en azından bazılarını düzeltebilir miydik?..

Bir Avrupa Şampiyonasına, medyamız bu kadar uzak kalmışsa.. Bu kadar kayıtsız ve aldırışsız olmuşsa..

Bu hazırlığın "İyi" olduğu söylenebilir mi?..

***
Ve nihayet seyirci.. İspanyol hakem arka arkaya iki gün Türkiye'yi yakmak için elinden geleni çok profesyonelce yapar ve hatta bu ülkenin entellerini bile "Hakeme çatmayın" dedirtecek kadar ustaca kandırırken, ne kadar rahattı, TV de yüzünü görenler hatırlar..

Seyirci avantajı nedir?..

İlle sahaya birşeyler atmak, sahaya atlayıp, bu ülkeyi rezil etmek değil.. Ama öyle bir gürlersin ki.. Hem de futboldaki gibi 100 metre mesafeden değil, adamın burnunun dibinden öyle bir gürlersin ki, adam en kalleş kararları bu kadar rahat veremez olur, iki kere düşünür..

Abdi İpekçi'yi dolduran 12 bin kişi, kendilerini haksızlıklar yapan hakemi etkilemek için yönlendirecek tribün liderlerine sahip miydi?. Olsa böyle mi olurdu?.

O zaman bu hazırlığın "İyi" olduğu söylenebilir mi?..

***
Devlet eksik kaldı.. Teşkilat eksik kaldı. Federasyon eksik kaldı. Kulüpler eksik kaldı. Medya eksik kaldı. Seyirci eksik kaldı.. Takım hazırlığı eksik kaldı..

Bütün bunlara rağmen finali, hem de o İspanyola rağmen, hem de Orhun ve Mehmet Okur gibi iki sakatımız varken, kıl payı kaybetti isek, bu 1999'da "2001'de Avrupa Şampiyonu olacak bir kuşak yakaladık" diyenlerin ne kadar gerçekçi, 12 dev adamın gerçekten ne kadar dev olduğunu ortaya koyar..

***
Bunlar bizim yorumlarımız.. Başkalarının da vardır.. Bunların hepsi ortaya konmalı ve 2002 Dünya, 2003 Avrupa ve 2004 Olimpiyatları için eksiksiz, gerçekten "İyi" hazırlıklara, bu analizlerden alınacak derslerle hemen başlanmalıdır.

Ama "Avrupa İkincisi olduk" masallarına dalmadan ve gerçek soruyu sorarak:

"Avrupa Şampiyonluğunu niçin kaybettik?.."

Büyük Kenef Skandalı!..
Avrupa 2001 ile ilgili tüm medya notları arasında beni en çok Turkish Daily News'daki "Büyük Kenef Skandalı" başlıklı olanı güldürdü.

Turnuvanın açılış raundunun yapıldığı ASKİ spor salonunun basın merkezinde sadece "Erkekler" tuvaleti varmış. "Organizasyon, bu erkek oyununu, Avrupalı kadın gazetecilerin de izleyebileceğini hesaba katmamış olmalı.. " diyor gazete ve ekliyor:

"ASKİ, tabii bilirsiniz, Ankara Su ve Kanalizasyon İşletmesi demektir."

Fener, yener!..
İzmirli, beni nefret ederken sevdiğine inandığım bir dostum var. Fanatik Fenerli Can Karan.. Bir anekdot göndermiş.

G.Rangers teknik direktorü Advoocatt, Fenerbahçe maçından önce Lucescuyla gizlice buluşup sormuş:

- Yahu sen bu Fener maclarında nasıl bir taktik uyguluyorsun?

- Bütün futbolcularıma özel hazırlanmış ilaçlar, kutu kutu cevizli, fındıklı, ballar yedirip, Telli Babaya adaklar adayıp maça da dört forvetle çıkıp bütün gücümüzle saldırıyoruz...

Bu fikir Advoocat'ın aklına yatmış... Aynen uygulamış taktiği maçta.... Sonuç: Fenerbahçe: 2 G.Rangers: 1.... Advoocatt maçtan hemen sonra aramış Lucescuyu:

- Dediklerini aynen yaptım ama yenildik Fenerbahçe'ye....

Lucescu hic şaşırmamış :

- Biz de hep yeniliyoruz zaten..

SPOR DUVARI
* G.Saray İtalyanları yenerse bu bir haber değildir. İtalyanlar G.Saray'ı yenerse bu bir haberdir.

* Cim bom oyuncu kaybedip zayıflıyor, spagetti yiyip şişmanlıyor.

* Beşiktaş tam oyuna ağırlığını koydu, saha çöktü.

* Ankaragücü maçlarında 27 gol oldu. Bu maçlara basket hakemimi versek?.

* İsveç maçının son dört dakikasındaki GÜNEŞ tutulması Türkiye'den rahatça izlendi.

* Avrupa Basket Şampiyonası bitti. Havaalanının hoparlörlerinden Demet Şener'in sesi duyuldu; "İbiza yolcusu kalmasın"

Hakan & Utku

www.superbahis.com


www.sigortam.net

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır