Lafla olmuyor, iş lazım
İliklerimize işlemiş şiddeti kaldırıp atmazsak, ölüme "hayat" adını vermekten utanmazsak, tembelliğimizi barışçılık sanmaya son vermezsek...
Dar kafalıca ve kullanıla kullanıla yıpranmış fikirlerimizi dünyanın en orijinal tezleri gibi her tartışmada masaya getirmekten vazgeçmezsek...
Yalnızca yanıp yakılarak kurtulacağımızı düşünmekten kendimizi kurtaramazsak...
Oraya buraya "bizi kaybediyorsunuz" diye sözde tehditler savurarak ve ağlayarak ülkeden kaçma planları yapmanın bu berbat düzeni daha da güçlendireceğini görmezsek...
Ne yüzümüz güler, ne içimiz ne dışımız aydınlanır, ne de içinden krizler geçen bir ülke olmaktan kurtuluruz.
Olmaz! Ağlayarak olmaz!
Ama hoş ve boş laflarla, şiir sanılan berbat şairaneliklerle de olmaz!
"Haydi moral yapalım çocuklar!" diyerek de gelmiyor moral...
Şimdi dünyayı pembeye boyayalım demenin ve bunun hayalini kurmanın bile bir değeri ve gücü vardır, biliyorum.
İyi de... Ankara Nalburiyesi'ndeki tezgâhtar pembe rengin neye benzediğini bile unutmuşsa ne yapacağız?
Kırmızı deyince ya kan kızıl ya da bordo geliyorsa aklına tezgâhtarın ve raflarındaki sarı sarılık hastalığını; mavi vurgunların morluğunu andırıyorsa...
Durup, "Bir dakika, iş ciddi!" demenin zamanıdır!
***
"Biz bir aileyiz, bu krizleri aşarız" diyenlerin bilmesi gereken şeyler var!
Aile olmak her zaman sevecen bir sığınağa, dışarıyı kasıp kavuran fırtınaya karşı iyi bir korunağa sahip olmak anlamına gelmez.
Günlerdir konuşulup duruyor; bakın işte! Pınar Konuşkan'ların, Yener Yermez'lerin de aileleri vardı! Ne oldu?..
Bazen en korkunç, en sinsi şiddetin mağarasıdır aile...
Sakın "milli ailemiz" de bu hale gelmiş olmasın?
"Biz bir aileyiz" deyip delikleri, eksikleri, gedikleri kapatamayız.
Ağabeylerin kardeşlerini dövdüğü, babanın hiç eve gelmediği, annenin taş yediği bir aile olsak ne olur, olmasak ne olur!..
Herkes paçasını nasıl kurtaracağının yollarını ararken, "biz bir aileyiz" diye diye, oturduğumuz yerden milletçe kurtulacağımızı sanıyorsak, hem kendimizi aldatıyoruz, hem de başkalarını...
Lafla olmaz artık! İş lazım!
Lafla işe girmiyor kimse, işsizlere iş lazım!
Laf peynir ekmek yerine geçmiyor; peynir ekmek lazım!
Kol kırıldığında yen içinde kalamıyor artık, para bulup tedavi ettirmek lazım!
Tatili mahvetmek!
Tatil mevsimi yavaş yavaş bitiyor. Ben tatillerden üç günde sıkılan, sadece yolda gitmeyi seven ancak ona da pek fırsat bulamayan biriyim.
Ama bir arkadaşım var, hayatının büyük bölümü tatil olsun istiyor artık.
Fırsatını buldukça "kaçmak" istiyor. Bir avuç parasını yiyecekse, tatilde "yemek" gibi bir takıntısı oluştu son yıllarda!
Fakat bir derdi var: Keyifle hazırlanıyor, yola çıkıyor, tatil yerine gidiyor.
O da ne! Bir huzursuzluk sarıyor içini, garip bir tatminsizlik duygusuna, kafasını dolduran endişelere teslim oluveriyor..
Bir türlü "tatil özgü ruh hali"ne kavuşamıyor bu arkadaşım.
Tam kalkıp işine, evine döneceği son gün farkına varıyor hoşlukların, ama tabakta kalan son leziz kırıntıları atıştırır gibi bir şey bu! Asap bozucu yani...
Geçenlerde New York Times'ın seyahat ekinde Jennifer Moses yazdı: Zaten tatilde geçen zamanın bir bölümünde çoğu insan huysuz ve huzursuz olmak için bin türlü yol buluyormuş!..
Moses "Benim spesiyalitem, banyoda su sızdıran ve bir türlü tamir ettiremediğim çatlağın yokluğumda giderek büyüyeceği ve her yerin sular altında kalacağı endişesidir" diyor. Sonra çok geniş bir grup var: "tatil yerine vardıktan hemen sonra, başlıyorlar düşünmeye: Gelecek yıl nerede tatil yapsam? Bir huzursuzuk, bir huzursuzluk..."
Jennifer Moses'a göre bir tatilin "içine etmenin" en kestirme ve kesin yolu ise "yanına yanlış kitaplar alıp, bir palmiyenin altında onları okuyup bitirmek için cebelleşmek!"
Moses bir kez "Hitler ve Stalin" adlı, üstelik tuğla boyutlarında biyografi kitabıyla çıkmış tatile, mahvolmuş! Bir kez de 1994 Amerikan Ulusal Kitap Ödülü'nü almış "Nasıl Ölüyoruz" adlı kitabı okuyarak tatilini kendine zehir etmiş.
Allah'tan bizim böyle sorunumuz yok!
Jennifer bir Batılı; onlar valizlerine kitap koymadan yola çıkmıyor. Bizde kitap tatilin olmazsa olmaz unsurlarından sayılmıyor. Zaten son yıllarda en gözde tatil sloganı şöyle: "Hiçbir şey okumadım; televizyona da bakmadım!"
ALTYAZI
Baron St. Fontanel: Bir kadın mutlu aşıksa, yemeği fırında unutup yakar. Ancak mutsuz aşıksa fırını yakmayı unutur...
(Billy Wilder'ın 1954 yapımı Bogart'lı, Hepburn'lü unutulmaz filmi "Sabrina"dan bir replik.)
|