kapat
11.09.2001
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi

www.ekdilamerica.com
Dünyadan
Spor
banner
Magazin
Kampüs
Astroloji

Para Durumu
Hava Durumu

Bizim City
Sizinkiler

GREENCARD
Sarı Sayfalar
İstanbul

Cumartesi Eki
Pazar Eki

Künye
E-Posta
Reklam
Arşiv

A T V

Win-Türkçe
ASCII

 
SELAHATTİN DUMAN(sduman@sabah.com.tr )

Tembel evlat babasını övermiş..

Gazetelerin haber bulamayıp turist fotoğrafları ile idare ettiği şu günlerde tartışma başlatıp; köşe yazarlarının hayatını kurtaran ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz ile Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarına teşekkür ederim.

Son kurultayda, muhaliflerin umudu Necla Akben'in hakkından gelip yeniden genel başkan seçilen Mesut Yılmaz bir laf etti, çarşı karıştı..

Mesut Yılmaz ile askeriyenin paşaları arasında "kamuya ait meralarda demokrasiyi otlatma meselesinden" niza çıktı.. O saatten itibaren de bizim köşe yazarına gün doğdu..

Hemen bilgi sayma aletinin başına oturup "hangi taraf haklı?" yazısı döktürmeye başladılar..

Habersizlikten kıvranan sayfa editörleri de onların yazdıklarından manşet yapıyor; böylece fiyatları sekiz ile onbeş cent arasında değişen gazeteler günü kurtarıyor..

***
Yazar taifesinden bir kısmı Mesut Bey'e hasım olmuş..

Bu kategoriye girenler "ANAP'ın başından Mesut Yılmaz gitsin, Necla Akben gelsin.." fikrinde oldukları için sert vuruyorlar.. Tutundukları ortak bir nokta var.. Her yazıda mutlaka;

- "Şimdi böyle bir tartışma açmanın sırası mı?" diye soruyorlar..

Önemli tartışma konuları bir takvime bağlanmadığı için de ayrıca kızıyorlar..

Dama çıkıp un elemek..
Nereden bakarsanız bakın Mesut Bey bunların bir ayını kurtardı.. Bir ay "Bugün ne yazacağım?" diye düşünmeden geçirebilecekler.. Sadece bunun için Mesut Bey'e teşekkür etmeleri gerekir..

Ya bu laflar hiç edilmeseydi? Ya son ANAP kongresinden Necla Akben lider olarak çıksaydı? Kongre zaferinin utkusuyla yaptığı ilk basın toplantısında aşka gelip:

Dam üstünde un eler..

Tombul tombul memeler..

Yarim fistan giymiş..

Kavuşmuyor düğmeler..

Türküsünü mendil sallayarak söyleseydi.. Yeni merkez karar ve yönetim kurulu üyeleri de genel başkana arkadan el çırpsaydı? Böyle bir gündem daha mı iyi olurdu?

Gerçi bu türküden de aykırı mana çıkaranlar olurdu.. Türküdeki tombul memeli kadını demokrasiye, düğmesi kapanmayan fistanı da Anayasa'ya benzetip yazı yazarlardı..

Ama çok çok üç gün, bilemediniz beş gün.. Böyle bir değişim bile son çıkan dalaş kadar malzeme vermezdi köşe yazarlarına..

***
Şahsen ben, yani özüm bu tür tartışmalara katılmam.. Yan toplara çıkmadığımdan veya fikrim olmadığından değil.. Sadece tartışmadan birşey çıkacağına inanmadığımdan..

Neden mi?

- "Çünkü bu memlekette demokrasi yoktur.." Bu biiir..

Olmadığını tekmil ahali bilir, sadece aydın dedikleri "okumuş yazmış makulesi" demokrasinin olmadığına inanmaz, istemezlerin iftirası zanneder..

Askeriye paşalarının; bir yaza girerken bir de kışa girerken yaptırdığı demokrasi tatbikatlarına daha çok inanır..

- "Bu memlekette hukuk da yoktur.." Bu da ikiiii..

Aydın kısmına bunu da anlatamazsın.. İki de bir "Hukuk mu guguk mu?" diye yazmaları bundandır.. Halbuki ahali tersini düşünür.. Bugün aynı konuda bir oylama yapılsa; ahalinin yüzde 80'i, 12 Eylül Anayasası referandumundaki gibi "guguğa" oy verir..

- "Bu memleketin yüzde 51 hissesi askerlerindir.." Bu da üüüüç!

Sosyal içerikli bir yazı yazdığımıza göre; yukarıdaki fikirlerden bir sentez çıkarmamız icap eder.. Sentezimiz eksik kalmasın, çıkaralım:

- "Yüzde 51 hissesi askeriyede bulunan ve sürekli demokrasi tatbikatı yaptırılan ülkelere guguk cumhuriyeti denir.."

Turizmini yapalım
Resmi başkent Ankara'dır ancak guguk cumhuriyetimiz; kışları İstanbul'dan, yazları Bodrum Türkbükü'nden yönetilir..

Bir "hukuk devletleri topluluğu" olan Avrupa Birliği'ne girip onları guguklamak da şu sıralardaki baş hedefimizdir..

Zaten basını meşgul eden "Mesut Yılmaz-Askeriye nizası" da buradan çıkıyor.. Mesut Bey "Avrupa Birliği'ni guguklama fırsatını kaçırmayalım.." diyor.. Askerler ise "Tamam katılalım ama önce onlar hukuklarını bizim guguğumuza uydursun.." fikrinden gidiyorlar..

Burada küçük bir "saplama" yapayım.. Özellikle de bağımsız Türk Adaletinin cübbelerine kurban olduğum seçkin savcıları için..

Ben "hukuk değil, guguk var" dediysem sakın ola ki celallenip "Hele bir mahkemeye gel de var mı yok mu sana gösterelim.." diye fezlekeler düzenleyerek, hakir kulunuzun hakkından gelmeyin..

Elbette bu memlekette bir "ceza hukuku" olduğunun ben de farkındayım.. Tarafsız konuşmak icap ederse memleketimizi güzelleştiren de budur..

Akıl edip "ceza hukuku turizmi" yapsak; mimari benzerleri olmayan Adliye Saraylarımız'ı, cezaevlerimizi tur operatörlerine açsak; turizmi kendiliğinden patlatırız.. Cebimize de üç beş kuruş girer..

***
Medya leşkerlerinin diline düşen konulara maydanoz olmayışımın sebebi bu.. Beni daha çok enterese eden bizim ATV'nin yeniden yayınladığı "Sıcak Saatler" dizisindeki diyaloglar..

Bu dizide normal konuşan bir Allah kulu yok..

Herkes şair.. Herkes şiir diliyle konuşuyor.. Bunlar sanki bir dizinin gerçek hayattan alınma oyuncuları değil de Konya Aşıklar Bayramı'nın yarışmacı ozanları..

Senaryoyu yazan Homeros Destanı'ndan mı yoksa Konya Kıtlık Destanı'ndan mı etkilendi; orasını bilemem ama diyalogların her türlüsü seyredenlere çiçek açtırıyor..

Özellikle bizim Mehmet Aslantuğ ile Kenan Işık'ın diyaloglarını iyice abartmışlar.. Rol icabı Kenan Işık yolunu kaybetse.. Sokakta denk geldiği Mehmet Aslantuğ'a:

- "Kardeş burası neresi? Kaçadır metrekaresi?" diye soracak.. Ondan da;

- "Burası İstanbul'un Dikilitaş'ı.. Akar durmaz gözlerimin yaşı.." cevabını alacak..

İşte benim gündemimin birinci maddesi bu dizinin diyalogları.. Bir de "Gülbence" dergisine takığım.. Okudukça fikrim açılıyor, ruhum şenleniyor..

Şu sıralarda "Hülya ve Gülbence" dergilerinden hangisinin fikir hayatımıza daha çok katkısı var, tezi üzerinde kafa yoruyorum..

Bitince size de şey edeceğim.. Akademik olaraktan yani!

www.superbahis.com


www.sigortam.net

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır