  
Teşekkürler, İsmail Cem!..
Önce, e-mailimize Dışişleri bakanımız İsmail Cem tarafından yollanan mektubu okuyalım..
***
Sevgili Hıncal Uluç,
30 Ağustos 2001 tarihli Sabahda "Bu Hayal Değil, Gerçek.. Gibi" başlıklı yazınızı keyifle okudum.
"2008" tabii ki bir hayal değil, olmamalı.İlki, UEFA Asbaşkanı sayın Şenes Erzik'in belirttiği gibi, TürkĞYunan ortak adaylığı, Avrupa Futbol Şampiyonasına ev sahipliği için başka rakiplere kıyasla siyaseten çok daha anlamlı ve cazip. İkincisi, Türkiye'de ve Yunanistan'da sadece devletler değil, halklar ve kamuoyu, spor camiası ve sivil toplum büyük bir iddiayla ve daha şimdiden bu olaya sahip çıkıyor.
"2008 Avrupa Futbol Şampiyonası'nı Türkiye veYunanistan'ın birlikte organize etmesi ve ortak evsahipliği yapması, 1999 Temmuz ayında, TürkĞYunan yakınlaşmasının ilk muhtemel adımlarını aramızda görüşürken, Yunan Dışişleri Bakanı Papandreu tarafindan dile getirildi. 'Fikir Babası' Papandreu'dur.f
Ben, tabii ki bu düşünceyi çok önemli ve değerli buldum, Papandreu ile beraber tartışarak geliştirdik. Birlikte kararlaştırdığımız üzere, kendi Spor Bakanlarımızın, futbol federasyonlarımızın eğilimlerini yokladık. Spordan sorumlu devlet bakanımız Fikret Ünlü, bu projeyi fevkalade önemli buldu, takibinde ve gerçekleşmesinde büyük yarar olacağı görüşünü paylaştı, tam desteğinin olduğunu söyledi. 2000'in Ocak ayında, Papandreu'nun Ankara ziyareti sırasındaki ortak basın toplantımızda, bu projeyi ben kamuoyuna açıkladım; iki dışişleri bakanı olarak ortak eğilim ve önerimizi Spor camialarımıza götüreceğimizi belirttim. Ardından, her iki ülkenin yetkili spor mercileri ve futbol federasyonları konuyu ele aldı, nihayet, geçen hafta, TürkĞYunan Futbol Federasyonları ortak kararlarını açıkladı.
Bundan sonra, konuyu her düzeyde dikkatle takip etmemiz, adım adım projeyi gerçekleştirmemiz gerekiyor. Düşünce ne kadar cazip olursa olsun, ciddiyetle planlanıp şimdiden çalışmaya başlanmazsa, başkaları bu evsahipliğini bize bırakmaz.
Ancak, Avrupa Şampiyonasına ortak ev sahipliği yapmamız, bir hayal değildir. İki futbol federasyonu işi ciddi tuttu; biz de dışişleri bakanları olarak elimizden gelen siyasi desteği elbette vermekteyiz, vereceğiz. En büyük güvence ise, medyanın, kamuoyunun, halkın ilgisi. Papandreu ile son telefon görüşmemizde bu konu açıldı; Papandreu, Türkiye gibi Yunanistan'da da konunun heyecan ve çoskuyla karşılandığını söyledi. Belirttiğine göre, iki federasyonun anlaşması, Yunan basınında ve TV'lerinde çok geniş şekilde, federasyon başkanlarının bayraklar önündeki görüntüleriyle yayınlanmış. f
"...Futboldan, maç ve yorum yazısı yazacak kadar anladığım" şeklindeki ifadenize gelince: O kadar değilse de, bunları sizden işitmek doğrusu çok güzel...
Saygılar, Sevgiler"
İsmail Cem
***
2008'e Türkiye ve Yunanistan'ın Ortak Ev Sahipliği etmesi gibi muhteşem bir projeye, iki ülke Dışişleri Bakanlarının böylesine sahiplendiklerini öğrenmek gerçekten çok güzel..
Türk ve Yunan federasyonları ortak açıklamayı yaptıklarında, Yunanistan'da çıkan çatlak sesler kimseyi endişelendirmesin.. Her ülkede her zaman çatlak sesler olacaktır. Demokratsak böyle seslere alışık da olmalıyız zaten. Yarın bizde de çıkabilir..
..Ve de bu bir avuç parlak ses, sporun dışında, her iki ülke için de harika olumlu gelişmeler sağlayacak, Balkanları ve Ege'yi gene bir dostluk ve kardeşlik merkezi haline getirecek bu "Rüya gibi"f projeyi engelleyemez..
Engelletmeyiz..
"Tamamen duygusal" Kale Arkası..
Özellikle meslekdaşlarım tarafından bana her sorulan soruya yanıt vermeye çalışıyorum. Onların işlerini güçleştirmek istemediğim için.. Ama özellikle televizyonda bunun zaman zaman kötüye kullanıldığını hissettim. Sözlerim ayıklanıyor, işlerine gelen cümleler, işlerine geldiği kadar yayınlanıyor, o zaman ortaya çok ters anlamlar çıkabiliyordu. Bunu kasten yapanlar da vardı, zaman darlığından kısaltma zorunda kalanlar da..
Bu yüzden artık, bana yönelen her Tv kanalına yanıt vermiyorum, üzülerek.. Yanıt vermediğim muhabir ve kameraman arkadaşın üzülmesine, daha da üzülerek.. Ama ne yazık ki, başka çözüm yok..
Şimdi, ayni kararı acaba yazılı basın için de mi yapmalıyım, diye düşünüyorum..
Arayan, gelen, telefon eden herkesin sorularına yanıt veriyorum.. Sonra bir bakıyorum ki.. "Falan gazete" demişler, filan gazetede çıkmış.. Oysa ben o gazetede adımın geçmesinden bile rahatsız olan biriyim, olamaz mı?.
Sizinle yarım saat konuşuyor.. Uzun uzun yığınla soru soruyor. Görünüşü ciddi.. Onu ciddiye alıp, çok kıymetli vaktinizin bir bölümünü ayırıyorsunuz.. Sonra gazete ya da dergiyi alıyorsunuz.. Bakıyorsunuz, adınız resminiz ve altında bir, en fazla iki cümle.. Hem de nasıl anlamsız.. 20 kişi ile daha konuşmuş, onları da ayni şekilde kullanmışlar.. Ağır sözcük "Kullanmışlar", ama gerçek.. Amaç ne dediğiniz değil.. Amaç dostlar alışverişte görsün, görün bakın kaç kişiye telefon edip, ne muhteşem araştırma(!) yapmışlar..
Adları geçsin, resimleri basılsın diye bunlara razı olanlar çıkabilir. Ben bunlardan değilim.. En büyük korkum yanlış anlaşılmak, en büyük sıkıntım da sansür edilmektir.
Kelimeleri çok dikkatle seçer ve kullanır, keskin bıçağın sırtında yürürken lafı uzatmaktan korkmam ki, insanlar ne demek istediğimi doğru anlayabilsinler.
Gazetecilik benim mesleğim. Hayatımı burdan kazanıyorum.. 1957'den beri, kaç kez işsiz kaldığımı, kaç kez kovulduğumu hatırlamıyorum bile.. 40 değilse bile yaklaşmıştır.. Bunca patronun çoğu hayatta..
Ben iş konuşmasında tek şart ileri sürerim.. "Yazdıklarımın kelimesine dokunulmayacak.." Hepsi o..
Bir tek tanesi çıkabilir mi, "Hıncal geldi, benimle pazarlık yaptı" diye.. Pazarlığı geçin.. Maaşımı bile sormadım.. Aybaşında ödeme yapılırken öğrendim. Kimseye de gidip "Bana bunu mu layık gördünüz" demedim. Ücret piyasada oluşur. Ona inanırım. Ben bir parayı hakketmişsem patron vermek zorundadır. Vermezse, verenin çıkacağını bilir..
Birşeyi daha bilir ama.. Veren çıksa da, Hıncal eğer mutlu ise, öyle 3 kuruş falan değil, 10 misli paralara da "Hayır" der.. Önüne konan, hayat boyu kazanmadığı transfer paralarını eliyle bir kenara iter ve de akşam başını yastığa koyduğunda "Sen bugün ne yaptın yahu.. Yüzbinlerce doları geri teptin.. Bu lüksün var mı" diye derin düşüncelere dalmadan, sabaha kadar yatakta kıvranmadan, anında uyur.. Çünkü Hıncal için mutluluk tarifi budur.. "Başını yastığa koyunca, mışıl mışıl uyuyabilmek.." Bu da para ile satın alınır bir şey değildir, tahmin edersiniz..
Çok kovuldum, çok işsiz kaldım dedim.. Bir tek şeyi yapmadım.. Ben hiçbir yerden istifa etmedim.. Hele dardaki kurumları terketmeyi hiç düşünmedim.. Aylarca maaş almadan çalıştığım oldu. İş yerim kapanmadan, iş değiştirmedim.. Farelerle kaptanların farkını bana öğreten babama şükran, babama rahmet..
Bütün bunları niye yazıyorum biliyor musunuz?.. İnsan bazan, en yakınına içini dökmek ihtiyacı duyuyor.. Yazarın en yakını kim?..
Kale Arkasına yeniden başlarken, Tempo dergisinden röportaja geldiler. Şirin sorular sordular.. Şirin de yazıp, sunmuşlar.. Açıp teşekkür edecek kadar güzel..
Ama içinde bir satır var, beni kalbimden mi, sırtımdan mı vurdu, bilmem.. Ama fena vurdu..
Erman'la bu kadar takışıyormuşuz. Hatta Erman beni mahkemeye de vermiş.. Buna rağmen bu programı niye yapıyor muşuz?..
"Tamamen duygusal.."
İmayı görüyor musunuz?..
Para kazanmaya karşı değilim. Kazananlara kızmam, kazanmaktan utanmam.. Bunca yılın birikimini paraya çevirecek teklifleri alıyorsam, bunu niye reddedeyim ki?.. Kim eder?..
Ama bu ben değilim..
Hastanede vurulmuş yatarken Kenan Onuk ve Erman Hoca odama girip programı teklif ettiklerinde "Kaç para" demedim.. İkisi de hayatta..
atv programı bitirip, Erman Hoca Show'a transfer olunca, Şansal Büyüka programı canlandırmak istediğinde, sorun bakalım tek kelime para konuşuldu mu?.. Hatta zamanın Show Tv yönetimi, maliyeti ileri sürerek programa soğuk baktığında Şansal'a "Para önemli değil. Bu yararlı bir programdı ve yapmak beni mutlu ediyordu.. Biz başlayalım, islim arkadan gelirse gelir" dedim mi, demedim mi?.. İşte Şansal orda..
Programa tam başlayacağımız gün. Gene zamanın Show TV yönetimi, hala anlayamadığım bir sebeble "Yer bulamadık" diye programı ertelemeye kalkmadı mı?.. O zaman ben de "Hadi yallah" diye işten tamamen çekilmedim mi?.. İşte Şansal orda..
..Ve de Türkiye'nin ilk ve tek, 24 saatlik "Futbol" (Dilerim birgün "Spor" olur) televizyonu Lig TV hem de "Size bir saat yetmez, alın iki saat" diye teklif getirdiğinde, bir tek kelime ile para konuşuldu mu?.. İşte Şansal orda..
Dört program yaptık.. Sorun bakalım Şansal'a, Hıncal hala kaç para aldığını merak etmiş, sormuş mu?.. Öğrenmiş mi?.. Biliyor mu?..
O röportajı Tempo gibi saygın bir dergiye koyan arkadaş, belki de güncel bir espriyi kullanmak isterken beni niçin kalbimden, ya da sırtımdan vurmuştur, belki anlamıştır..
Belki Hıncal'ın niye "Farklı" olduğunu da anlamıştır!..
***
Erman'a gelince.. Biz onunla hep dost olduk, dost kaldık.. Karşılıklı en ağır eleştirileri yazdığımız günlerde, dış gezilerde ayni otelde kaldığımız meslekdaşlar şahittir, en ufak bir kırgınlık belirtisi var mıydı aramızda?.... Gerçek fikir özgürlüğü, fikirlere hoşgörü ile bakmaktan, fikirlerle, dostlukları ayni potaya koymamaktan geçer.. Erman'la ben, bunun en iyi örneğiyiz, sanıyorum..
Haa.. Erman'ın beni mahkemeye vermesine gelince.. İnanın hala anlamış değilim.. Ama bu Erman olunca, fazla da şaşmam, açıkçası..
SPOR DUVARI
* Önce Akalın, sonra Şener... İbrahim Kutluay'a Demet'ler yarıyor galiba... Her maçta "Bir Demet Basketbol"una doyulmuyor da...
* Ankara'da elenseydik alay konusu olacaktık.
"hihohaaaa.. dev adam ooon iki dev adam..."
* F.Bahçe'nin Kadıköy yenilmezliği Skoda'nın altında kaldı. Şu trafik canavarına dur demenin zamanı geldi.
* Cimbom Jardel'den, Kartal Nouma'dan nihayet kurtuldu. Adak olarak birer futbolcuyu takımdan kessinler bari...
* Mirasyedi yönetim Ümit Davala'yı da satıyor. Borçsuz kulübün reçetesi bulundu; "Bozdur bozdur harca"
* Jardel'in Cimbom'a katkısı tartışılır ama turizme katkısı tartışılmaz. Jardel sayesinde Cimbom'a gelen turist futbolcunun haddi hesabı yok.
* Soru: G.Saray Ümit'i kaça satacak?
Yanıt: BeDAVALA ya..
Hakan & Utku
|